“Dede erik çalmış, torununun dişi kamaşmış.”
Yaşamın içinde karşılaştığımız sıkıntıların bir çoğu büyük ailemizden (Soyağacımızdan) genetik kodlarımızla akan bilgilerin tekrarından oluşabilmektedir. Bu yönteme göre, nesiller öncesinde aile üyelerinin yaşadığı “ağır travmalar” ile aile içinde zamanında çözülememiş her blokaj, bir sonraki kuşak tarafından bilinçsizce üstlenilmektedir. Kuşaklar arasında yaşanan ve kör bir sevgiye dayalı işte bu bilinçdışı aktarım, kişinin hayatının çeşitli alanlarında zorluklar yaşamasına sebep olmaktadır. (Geçmişteki aile büyüklerinden birinin başına gelen kürtaj, intihar, aile dışına itilme, evlatlık verilme, cinayet, sevdiğine kavuşamama, sevdiği kişiye yapılan büyük bir haksızlık vb. durumlar)
Sistem Dizimleri; ebeveyn ile çocuk, evlilik, ayrılık, boşanma, iş, para, ilişkiler, hastalıklar vb. konulardaki sorunlarımıza ve gündelik hayatımızda duygusal yahut işlevsel zorluğa neden olan tüm şikâyetlerimize ilişkin bütünün içinde göremediğimiz daha geniş bir alanı görünür kılmak hedeflidir.
Bireyin anne ve babası (çekirdek ailesi) ile ilişkisini ve bu ilişkideki rolleri (ebeveyn-çocuk, kadın-erkek) bağlanma ve ayrışma perspektifiyle yeniden düzenlemek, varsa içinde taşıdığı öfke, suçluluk, hüzün vb. olumsuz duyguları sağaltmak, büyük ailesinde dışlanan bir birey yahut tekrar eden bir döngü söz konusu ise bu gerçeği görebilmesini sağlatmak, kendisine hak ilkelerini ve haksızlığın bedelini, gerektiğinde kabul edebilmenin özgürlüğünü, yardım etmenin düzenlerini hatırlatmak ve böylece yeni bir bakış açısı kazandırarak yetişkin bilincinde, kendi kaderinin yolunu izleyerek yaşamda var olabilmesini desteklemek amacını taşımaktadır.
Alman Psikiyatr Bert Hellinger tarafından geliştirilen Sistem Dizimleri Metodu, sorunu ele alınan bireyin güncel ya da köken ailesinin veya ait olduğu sistemin “temsili” olarak dizilmesine (görüntülenmesine) dayalı bir grup çalışmasıdır. Bireyin problemine ilişkin terapistin yönetiminde bazı aile üyeleri “temsilciler” tarafından yansıtılmaktadır. Dizim çalışmaları sırasında seçilen temsilcilerin, temsil ettikleri kişinin ailesinin çekim alanına (kolektif bellek) girip, benzer duygu ve davranışlar sergiledikleri gözlemlenmektedir.
Sistem Dizimleri, Almanya Heidelberg Üniversitesi tarafından bilimselliği araştırılmış ve kabul edilmiş bir çalışmadır. Uluslararası alanda “Hellinger-Work” adıyla tanınan bu yöntem özellikle Avrupa’daki bazı ülkelerde özel sağlık kuruluşlarında uygulanan yaygın bir sistemdir. Ülkemizde ise Dr. Mehmet Zararsızoğlu tarafından Türkiye Sistem Dizimleri Enstitüsü’nde(TSDE) ve söz konusu Enstitü’den akredite olmuş Sistem Dizimleri Uzman Eğitmenlerince uygulanmaktadır.
SİSTEM DİZİMLERİNDEKİ KONULARIN İNANCIMIZDAKİ YERİ
(TSDE Eğitmenlik Bitirme Tezimden Alıntıdır)
Dinimizde her hastalığın bir şifası olduğu ve hastalık ile musibetin kişinin kendi eylemleri sonucu olduğu, bireye hasta olduğunda ümitvar olup şifasını sabırla aramaya çalıştığında (Hastalığına sürekli ağlayıp sızlanmadan veya onunla öfkeyle mücadeleye girmeden) günahlarından arınarak kazanç içinde olacağı bildirilmiştir.
Hastalığını kabul etmeyip buna isyan eden kişi ise Allah’a karşı gelmiş sayılmaktadır. İnancımızda hastalıklarla ilgili kaygıların, fertleri hasta ettiği oysa kendi fiziki ve ruhsal sağlığını korumanın kişinin en önemli vazifesi olduğu da açıkça kaydedilmiştir. Dizimlerde de hastalıkların kişinin yaşamına nasıl dahil olduğu ve görülmesi gerekeni görüp sebatla yeni bir bakış açısı geliştirildiğinde veya yeni bir eylemde bulunulduğunda nasıl uzaklaştığını kanserin dahi iyileşebildiğini, hastalıkla mücadeleye girildiğinde veya yok sayıldığında gücünü arttırdığını bilmekteyiz. İnancımız bize şifa verenin ısrarla Allah olduğunu hatırlatırken tıpkı Sistem Dizimlerinin öngördüğü gibi aslında doktor veya terapistin sadece bir aracı olabileceğine işaret etmekte ve bu konuda had sınırını çizmektedir.
Tezimde anne ve ardından baba hakkına -onları razı etmenin Allah’ı razı etmekle, onları öfkelendirmenin Allah’ı öfkelendirmekle eş değer görülmesi gerçeğine- ilişkin bilginin yoğunluğu, dizim çalışmalarında da en çok anne ve anne soyundaki sorunlar ile anneye olan bağlanma, onunla ayrışma sorununun ve çekirdek aileden bugünümüze yansıyan problemlerin neden bu kadar etki gücünün olduğunu adeta aynalar nitelikte oldu. Dinimizde anne babaya öfke yerine merhametle bakmak, onlara şükran duygusu içinde olmak emrine karşın dizimlerden de ebeveyne olan öfkenin bugünkü yaşamımıza dokunan olumsuz etkilerini, onlara “teşekkür“ edebildiğimizdeyse aynı resmin nasıl değişebildiğini bilmekteyiz. Yine danışanlarımıza baktığımızda çoğunun ebeveynlerinin yeterli sevgi verememesinden yakındığında kendilerini nasıl hasta, yalnız, mutsuz kıldıklarına şahit olmaktayız. Buna karşın inancımız da tıpkı sistem dizimlerinin öngördüğü gibi “şefkatsiz ebeveyn olamayacağını” bildirerek onları kucaklamaya yöneltmekte, zulmetseler dahi oldukları haliyle kabule teşvik etmektedir. Ayrıca hadisler net olarak ebeveyne yönelik isyanın cezasının dünyada iken verileceğini ebeveyn, akraba ve eşlerine husumet edenlerin rızkının kesileceğini haber vermiştir. Dizimlerde bu bedeller; hastalıklar, işten atılma, iflas, boşanma vb. şekilde karşımıza çıkmaktadır. Sonuçta inancımızda nasıl bir evlat olabilirsek öyle bir evladı karşımızda göreceğimiz aktarılırken yine terapilerde sıklıkla çocuklarımızda nasıl kendi hatalarımızı gördüğümüze ve nasıl eleştirdiğimiz ebeveynimize giderek benzediğimize şahitlik etmekteyiz. Ebeveyn kayıplarına dair yasla ilgili bir hadiste, “bir çocuk için onları kaybetmekten daha ağır bir şey olabilir mi?” diye sorulurken bu acının açabileceği derin yaralara ve bunu sürdürmenin de çocuklukta takılı kalmaya işaret ettiği söylenebilir. Esasen dinimiz çok sayıda ayet ve hadislerle yetim hakkı (anne veya babası olmayan) üzerinde ısrarla dururken, bu acıyla başa çıkmak zorunda olan bir çocuğun ileride yaralarını sararak var olabilmesi amacını taşımaktadır. Bu konuda Sistem Dizimleri de ebeveyni erken kaybetmenin ayrılık travması, erken dönem kesintisi, bağlanma problemleri gibi sonuçlar doğurabileceğini, ebeveyni de olsa yası sürdürmenin çocuk bilincinde takılı kalmaya neden olacağını ve sadece çocuk bilincinde olanların hasta olabileceğini beyan etmektedir.
Hak penceresinde akrabalarımız yani büyük ailemizin de hak ve hukuku özellikle ayetlerle hatırlatılmış, akrabası tarafından dışlansa dahi inanan kişiye ziyaret önerilmiş ve dargınlık yahut dışlanmışlık uygun görülmemiştir. İnancımızda yaşlı ve engelli fertlerin hatta komşuların dahi akraba olsun olmasın hakları önemle koruma altına alınmıştır. Esasen inancımız “tüm inananları kardeş “olarak niteleyip büyük ve bütün bir aile olarak görmüş ve din kardeşliğine ilişkin hakları ayrıca zikrederek burada da dışlanmışlığa ve dargınlığa izin vermemiştir. Zaten Kuran’da engelli tanımı da Allah’ı ve emirlerini görmeyen ve duymayan kişiler için kullanılmış olup dinimiz bedensel özürlü kişileri diğer fertlerden ayıran -bazı ibadetlerde tanınan kolaylıklar dışında- hiçbir tanım ve kavramla nitelememiş, tanımsal bir ayrımcılıktan dahi uzak durmuş hatta onları incitebilecek bir bakışa dahi müsaade etmemiştir. Sistem dizimleri çalışmalarına baktığımızda ise herhangi bir nedenle dışlanmış olanın sistemde ağır yaralar açabildiğini ve görülünceye dek bu yaraların kanamaya devam ettiğini müşahede etmekteyiz.
Kadın haklarıyla ilgili de ayet ve hadisleri incelediğimizde; kadın ve erkeğin yalnız takvâ (Allah’a olan yakınlık) konusunda birbirinden üstün sayılabileceğini anlamaktayız. Zaten İslam’ın gerek anneye gerekse de kız evlada verdiği değer, kadına verdiği değeri göstermektedir. Ancak bazı yöresel anlayışlarda erkek çocuk beklentisi içinde bulunmak kadınlara olduğu kadar topluma da zarar vermektedir. Zaten terapilerde de çok sayıda bayan danışanımızda özellikle anne soyundan gelen dişi kimliğinin reddiyle toplumda erkekleşen bir kadın modeli görmekteyiz; koşan, güçlü, kontrolcü, sınırsız veren, yöneten, yorgun ve erkeğe ihtiyaç duymayıp küçümsediğinden uzun süreli ilişkiler de kuramayan.
İnancımızda hak yeme, beddua alma ve haram lokmaya uzanmanın bireylerin dünya ve âhiret yaşamına nasıl olumsuz etki ettiği, kötülüğü işleyenin sonunda kendisine döneceği, mazlumun hakkının Allah tarafından mutlaka alınacağı ayet ve hadislerle altı çizilip uyarılan başlıklardır. Buna karşın tövbe yani farkındalıkla, helalleşme ve özrü kabulle dinimiz bizi yeniden başlangıca çağırmaktadır ki; dizim çalışmalarında acı da olsa gerçeği görüp yüreğine almakla kimi zaman kabul kimi zaman da affetme ile bireylerin adeta yaşama yeniden doğduklarına tanıklık etmekteyiz. Dinimizde tövbeye (pişman olup vazgeçmeye) çağrıyla, dizimlerde de“üzgünüm” “özür dilerim” gibi sihirli kelimeleri ifade etmekle aslında bireyi en çok suçluluk duygusunun ağırlığından kurtarmak ve kendi öz benliğini af ve kabule yöneltmek amaçlanmaktadır. Ayrıca hak yemeyi sadece bireyler arasında geçen bir olgu olarak değil dinimizin işaret ettiği gibi kişinin bedeniyle olan ilişkisiyle ve yaptığı işin hakkını verip verememekle ilgili değerlendirip tersi durumda nasıl hastalık ve bereketsizlik gibi bedeller ödenebildiğini de dizimlerde seyretmekteyiz.
İslam’da gidenlerin ardından fazla yas tutma, onlara da kişinin kendisine de azap verdiğinden yasaklanmış ve ölçülü bir yas tutma emredilmiştir. Bu bahis dizimlerde, kalanların ancak yaşamlarına sahip çıkmaları sonucu ölülerinin gözlerinin kapanabilmesi gerçeğiyle örtüşmektedir. Zira hadislerde net vurgulanmıştır ki: “Ölüler kötü işlerinize üzülür, iyi işlerinize sevinirler.” Ayrıca ölüleri kin ve öfkeyle değil hayırla anmak emredilmiştir. Çünkü olumsuz duygular; öfke, suçluluk, hüzün vb. sevgi akışını engelleyerek hem gideni hem sahibinin yaşamını baskı altına alıp gelecek nesillere de benzer şekilde akmaktadır.
Bunların yanı sıra dizimlerde nesillere intikal edebilen olumsuz etkilerini net gördüğümüz kürtaj meselesinin de dinimizce özellikle yasaklandığını ve belli zaruri durumlar çerçevesi dışında cinayet olarak nitelendirilip buna sebep olanların maddi tazminat ödemesi emredilmiştir. Ayrıca inancımızda bir kadın kocasından izinsiz kürtaj olursa eşine ceza ödemesi şeklinde bir bedel öngörülmüştür ki; bazen dizimlerde kürtajın ardından bedel olarak çiftlerin ayrıldığına da tanıklık etmekteyiz. Ayrıca katle dair Maide-32’deki ayette “Kim bir insanı kısas sebepleri olmaksızın öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur.” buyrulmasıyla insanlık ailesi bir bütün olarak tanımlanarak bir ferde zararın bütüne olan boyutsal etkisine işaret edilmiştir.
Dinimiz düşük ve ölü doğanların da haklarına özellikle yer verdiği gibi sistem dizimleri de düşük veya ölü doğum şeklindeki kayıpların gereği gibi anılmasına ve arkalarından ölçülü yas tutulmasına kıymet vermektedir.
Atalar bahsi ile ilgili ise Kuran’da daha çok ataların yaptığı yanlışları devam ettirmenin sakıncaları üzerinde durulmuş ve ısrarla her bireyin kendi yaptığı işlerden sorumlu olduğu, sadece kendi günahını çekeceği beyan edilmiştir ki; dizimlerde bu çerçeve bağımlı yaşamaktan vazgeçerek “kendi kaderimizi takip edebilmek” seçimini ve ikinci doğumu hatırlatmaktadır. Hadislere baktığımızdaysa açık bir şekilde ecdadına kusur atfetme kıyamet alameti sayılmış, nesebini kötülemek de haram olarak nitelenmiş ve bereketi engellediği belirtilmiştir. Yine soyun önemine ilişkin; “Peygamberlerin özel ve temiz bir soydan geldiği” gerçeğinin pek çok ayette vurgulandığını belirtmek gerekir. Kuran’da gelecek nesille ilgili de “zürriyetimizden hayırlı nesiller” doğmasını dileyen duaları içeren pek çok âyete rastlıyoruz. Dizim çalışmalarının asıl amacı da zaten kendi yaşamımızı yeniden yapılandırmak kadar gelecek neslimizi de bu farkındalıkların ışığı ile aydınlatabilmektir.
Âyetlerde belirtilen güzel hasletlerin “terapistin olma hali” için çıktığı yolda gereken erdemler olduğu ve bu öngörülen hasletlere sahip olundukça aynı zamanda tam bir yetişkin bilincine de ulaşılabileceği belirtilebilir; önyargısız, yerinde ifade edebilen, beklentisiz sevebilen ve sevgide düzeni kurabilen, hırslarını dizginleyebilen, değişip yenileşebilen, başta ölüm korkusu olmak üzere korkularıyla var olabilen, ümitvâr, kalbiyle akledebilen (meseleleri yürek açıklığıyla görebilen) mütevâzi, merhametli, adil, huzur ve şükür halini koruyabilen, duygularını yönetebilen, gerektiğinde bırakabilen, esnek, iyi niyetli, güvenilir, dürüst, kararlı, hayat amaçları olan, yüreğinin sesini dinleyebilen, az ve öz konuşabilen (fenemolojik algıda) gerektiğinde yavaşlayıp durabilen. Son olarak inancımızda büyük önem atfedilen tüm bu hasletlerin barınağı olan “kalp” ile ilgili de âyetlerde gözler değil kalpler kör olur buyrulmasına karşın yine psikoterapilerde kalbin ve sezgilerin zihinle kıyaslanamaz gücü olduğunu ve herhangi bir durumu yahut kişiyi kalbini açarak görmenin ne kadar kıymetli sonuçlar verdiğini de özellikle ifade etmek gerekir.
Aslı ERSOY