AİLE DİZİMİNDEKİ KONULARIN DİNİMİZDEKİ YERİ
AİLE DİZİMİNDEKİ KONULARIN DİNİMİZDEKİ YERİ
Konu Başlıkları: İslam’da hastalık ve sağlık bahsi, anne-baba hakkı, akrabanın hak ve hukuku, kadının değeri ve hakları, komşuluk hakkı, yaşlının hakkı, engelli kişilere saygı, ölüye saygı, İslam’da kötülük ve zulüm bahsi, zulmün tarihçesi, dinimizde haram lokma, tövbe(Dönüş ve farkındalık), özür dilemek ve özrü kabul etmek, helalleşmek, Kuran’da nesep(soy)bahsi, Peygamberler’in özel bir soydan gelişi, Kuran’da atalar bahsi, Kuran’da gelecek neslin önemi, İslam’da kürtaj bahsi, İslam’da düşük yapma ve ölü doğumlar, ölüye fazla yas tutmak, sağlıklı ve huzurlu yaşam için güzel hasletler, İnançlarımızda sevgi başlıkları altında konuyu araştırıp derledim. Sonuç bölümünde ise ele aldığım konuların kendi penceremden aile dizimi eğitimindeki bilgilerle bağdaşan yönlerini ifade etmeye çalıştım. Dinî bilgileri aktarırken de metin içinde bu benzer yönleri koyu yazılarla belirginleştirdim.
Aile dizimindeki konu ve kavramların dinimizdeki yeri konusu elbette daha çok başlık altında incelenebilir ve detaylandırılabilir. Seçtiğim konu başlıklarını sırayla Kuran’daki ayetler, hadisler(Hz. Muhammed’in sözleri) [SAV] ve âlimlerin sözlerine yer vererek zaman zaman da folklorik anlayış ile tarihçeye girerek özetlemeye çalıştım.
Bu konuyu araştırmak isteme amacım; Aile Sistem Dizimi eğitiminde öğrendiklerimin inanç değerlerimizdeki yerinin ne olduğuna dair merakım, başlıkları ayrıntılı anlatma gayem de, gerek danışanımın gerekse de çeşitli platformlardaki bireylerin meselenin islamî boyutuna dair olan sorularına daha iyi cevap verebilmek nedeniyledir.
AİLE DİZİMİNDE ÖNEM ARZ EDEN HASTALIKLARA İNANCIMIZIN BAKIŞI:
İSLAMDA HASTALIK VE SAĞLIK BAHSİ
Konuyla ilgili ayetler:
“Size gelen belalar, kabahatlerinizin cezasıdır” (Şuara Suresi)
“Allahü teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler.” (Nahl 33)
“Ey insan, sana gelen her iyilik, Allahü teâlânın ihsanı olarak, nimeti olarak gelmekte, her dert ve bela da kötülüklerine karşılık olarak gelmektedir. Hepsini yaratan gönderen Allahü teâlâdır.” [Nisa 79]
“Allah insana kaldıramayacağı yükü yüklemez” (Bakara, 2/286)
“O nesneler mi üstün yoksa, çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın duasını kabul edip sıkıntısını gideren ve sizi dünyada halifeler yapan Allah mı? Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur? Elbette olmaz! Ne de az düşünüyorsunuz!” (Neml, 27/62)
“… bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, nefisleri de kendilerine dar (sıkıntılı) gelmişti ve O’nun dışında (yine) Allah’tan başka bir sığınacak olmadığını iyice anladılar…” (Tevbe Suresi, 118)
“Kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz Biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl, 16/97)
“De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarmaktadır…” (Enam, 6/64)
“Ey Rabbimiz, bize dünyada ve âhirette iyilik, güzellik ver! Bizi Cehennem azabından koru!” [Bakara 201]
Kur’an Ruh Sağlığı, Psikolojik denge ve huzur kavramları ile hastalık nedenleri üzerinde önemle durur, üzüntü ve rûhî bunalımları da hastalıkların baş nedeni sayar.
“Dediler ki: ‘Vallahi sen, Yusuf’u ana ana hasta olacaksın, yahut öleceksin!” (12/Yûsuf, 85).
Kuran şifa verenin sadece Allah olduğunu da hatırlatır:
“Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O’dur; bana yediren ve içiren O’dur; hastalandığım zaman bana şifa veren O’dur; beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O’dur.” (Şuara Suresi, 78-81)
Kur’an, ruh hekimliğinin önemine de işaret ederek insanları özellikle psiko-somatik hastalıklardan korumayı hedefler. Allah’a, kadere, âhirete imanı, tevekkülü, sabrı ve ümitvar olmayı emrederken ruhsal gerilimleri hafifletmeyi psikoz ve nevroz gibi hastalıkların büyük ölçüde önüne geçmeyi amaçlar.
“De ki: ‘Ey nefislerine karşı aşırı giden kullarım, Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah bütün günahları bağışlar. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok merhamet edendir.” (39/Zümer, 53)
“Sapıklardan başka kim Rabbinin rahmetinden umut keser?” (15/Hicr, 56)
“Ve de ki: ‘Rabbim, şeytanların dürtüklemelerinden Sana sığınırım.” (23/Mü’minûn, 97)
“Eğer Allah sana bir zarar dokundurursa onu, yine O’ndan başka kaldıracak yoktur ve eğer sana bir hayır dilerse, O’nun keremini de geri çevirecek yoktur. Hayrını, kullarından dilediğine verir. O bağışlayan, merhamet edendir.” (10/Yûnus, 107) Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümit kesmez.” (Yusuf:87).
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin”77
Konuyla ilgili hadisler:
“Hasta gözükmeyin hasta olursunuz.”
“Çok türlü kaygılanmalar, çok türlü hastalıklar getirir.”
“Hak Teâlâ’nın yarattığı mahlûkta kaygıdan daha kötü ve daha şiddetli bir şey yoktur.”
“Her kimin huyu kötü olsa, kendi nefsini sıkıntıda tutar ve her kimin kederi çok olsa, kendisini hasta eder.”
“Küçük-büyük her musibet, affedilecek bir günah veya kavuşulacak bir derece içindir.
“Hak Teâlâ şifâsını yaratmadığı hiçbir türlü dert yaratmamıştır. Her kim o şifâyı bilirse ilâç edip kurtulur, her kim bilemezse o dertle kalır. Fakat ölümün dermanı yoktur.”
“Üç şey olmasaydı, insanoğlunun başını hiç bir şey eğemezdi: Hastalık, fakirlik ve ölüm.”
“Zenginlik hoştur, takva ile olursa zarar vermez. Sağlık, takva ile olursa, zenginlikten üstündür. Sağlıklı olmak, cennet nimetlerindendir.” Bazı kimseler hastalığın kişinin mertebesini yükselttiğini söylerler. Bu bir yere kadar doğrudur. Fakat kişi mertebem yükselecek diye tedaviden geri durmamalıdır. İmkânı varsa muhakkak tedavi olmalıdır. Zira sağlıklı insanın yaptığı ibadet çok daha üstün ve faziletlidir. Resulullah sağlıklı olmaya çok önem vererek sahabeleri bu konuda uyarmıştır. Onlara sağlıklarına özen göstermelerini tavsiye etmiş ve sağlıklı olmanın ne kadar önemli olduğunu bildirmiştir. Bir gün bir hastayı sormaya gittiğinde de‘Tabip getirin.’ buyurmuştur. ‘Ya Resulullah, sen de mi tabip getirmeyi öngörüyorsun?’ dediklerinde “Evet. Hak Teâlâ devasını birlikte indirmediği hiçbir dert göndermemiştir.”buyurmuştur.
“Allah yolundaki mümine isabet eden her yorgunluk, hastalık, sıkıntı, üzüntü, keder, hatta ayağına batan diken, günahlarına kefaret olur.” [Buhari]
“Kişi, hep sıhhat ve selamette olsa idi, bu ikisi onun helakı için kâfi gelirdi.” [İ. Asakir]
“Hak teâlâ buyurdu ki: “İzzet ve celalim hakkı için, dilediğim kulumun, malına darlık, bedenine hastalık vererek affetmedikçe dünyadan çıkarmam.” [Ruzeyn]
“Müminin günahları affoluncaya kadar bela ve hastalık gelir.” [Hakim]
Hak teâlâ buyurdu ki: “Bedenine, evladına veya malına bir musibet gelen, sabr-ı cemille karşılarsa, kıyamette ona hesap sormaya hayâ ederim. [Hakim]
“Şüphe edilen altını, ateşle muayene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları dert ile, bela ile imtihan eder.” [Taberani]
“”İnsan, iki nimet hakkında yanılgıdadır: Sağlık ve boş vakit.”
“Musibete sabretmeyip feryat eden, Allahü teâlâya isyan etmiş olur. Ağlamak, sızlamak, bela ve musibeti geri çevirmez.” Bir hastalıkla karşılaştığımızda da ağlayıp dövünerek veya onunla mücadele edip onu altetmeye çalışarak şifa bulmak mümkün değildir.
Ayrıca seyahate çıkma, farklı alanlarda meşguliyet ve verebilen bir birey olabilme tavsiyesini de özeliikle hadislerde görmekteyiz ki; tüm bunlar insan psikolojisini rahatlatan metodlardan bazılarıdır.
Cabir b. Abdillah’ın naklettiği bir hadiste de: Ensar’dan bir kimse Hz. Peygamber (sav)’e gelerek: “Ey Allah’ın Rasûlü! Allah beni hiç bir çocukla rızıklandırmadı, benimde çocuğum olmadı.” der. Hz. Peygamber de ona:Çokça istiğfar ediyor, çokça tasaddukta bulunuyor musun?” buyurur. Cabir:“Bunun üzerine o kimse tasaddukta bulunmayı ve istiğfar etmeyi çoğalttı ve dokuz tane erkek çocuğu oldu” der.
Psikiyatrinin konusu olan ruh, dinin konusu olan ruhtan daha farklıdır. Aslında psikiyatrik hastalıklar için Batılı yayınlarda “mental (yani akılla ilgili) bozukluklar” terimi kullanılmaktadır. Arap ülkelerinde ise psikoloji “ruh bilimi” değil, “nefis bilimi” adıyla anılmaktadır.
Hazret-i Eyyûb Aleyhisselâmın tüm insanlık için örnek bir sabır kahramanı oluşu ve ağır hastalığından sonunda iyileşebilmesi ile ilgili süreç üzerinde durulması gereken bir konudur. Yapılan bilimsel araştırmalar göstermiştir ki; tevhid inancı, yapılan ibadetler ve şirk, bidat ile hurafeden kaçınmaya çalışmak sayesinde özellikle çağımızın psikolojik hastalıklarından olan stres, kaygı, üzüntü, obsesif kompulsif bozukluk, baş ağrısı, hastalık korkusu, insomnia ve benzeri psiko-fiziksel hastalıklardan korunmak ve bu hastalıkların tedavisinde aşama kaydetmek mümkündür. Zira küçüklükten itibaren içine Allah sevgisi yerleşen bir kimsenin özgüveni ve direnci artar, olaylar karşısında şaşırmaz, psikolojik hastalıklara karşı korunaklı olur ve bağışıklık sistemi güçlenir. Mesela bugüne kadar bir peygamber ya da evliyanın ruhi hastalıktan dolayı intihar ettiği vaki değildir. Ancak aklı deha derecesinde olup da maneviyattan uzak olan bir çok bilim ve düşünce insanında bu gibi vakalar bulunmaktadır.
Dolayısıyla aslında hastalıkların en temel nedeni manevi duyguların yoksunluğu ve Allah ile olan ilişkinin kopukluğu nedeniyledir. İnsan eğer daha huzurlu yaşamak istiyorsa Allah ile olan ilişkisine bakması gerektiğini savunan âlimler de insanları alan-varoluş konumundan veren-varoluş konumuna geçmeye teşvik etmektedirler.
AİLE DİZİMİNDEKİ TEMEL BAŞLIKLARDAN BİRİ OLAN EBEVEYNİMİZLE İLİŞKİMİZE DAİR DİNİ BAKIŞ:
KURAN’DA ANNE-BABA HAKKI
Konuyla ilgili bazı ayetler:
31. Sure (Lokmân Suresi), 15. Ayet: Eğer, hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadığın bir şeyi bana ortak koşman için seninle uğraşırlarsa, onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin. Bana yönelenlerin yoluna uy. Sonra dönüşünüz ancak banadır. Ben de size yapmakta olduğunuz şeyleri haber vereceğim.
31. Sure (Lokmân Suresi), 14. Ayet: İnsana da, anne babasına iyi davranmasını emrettik. Annesi onu her gün biraz daha güçsüz düşerek karnında taşımıştır. Onun sütten kesilmesi de iki yıl içinde olur. (İşte onun için) insana şöyle emrettik: “Bana ve anne babana şükret. Dönüş banadır.”
46. Sure (Ahkâf Suresi), 15. Ayet: Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.
2. Sure (Bakara Suresi), 83. Ayet: Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekatı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz.
2. Sure (Bakara Suresi), 180. Ayet: Sizden birinize ölüm gelip çattığı zaman, eğer geride bir hayır (mal) bırakmışsa, anaya, babaya ve yakın akrabaya meşru bir tarzda vasiyette bulunması -Allah’a karşı gelmekten sakınanlar üzerinde bir hak olarak- size farz kılındı.
6. Sure (En’âm Suresi), 151. Ayet: (Ey Muhammed!) De ki: “Gelin, Rabbinizin size haram kıldığı şeyleri okuyayım: Ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Anaya babaya iyi davranın. Fakirlik endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. Sizi de onları da biz rızıklandırırız. (Zina ve benzeri) çirkinliklere, bunların açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Meşrû bir hak karşılığı olmadıkça Allah’ın haram (dokunulmaz) kıldığı canı öldürmeyin. İşte size Allah bunu emretti ki aklınızı kullanasınız.13. Sure (Ra’d Suresi), 21. Ayet: Onlar, Allah’ın riâyet edilmesini emrettiği “haklara riâyet eden” Rablerine saygı besleyen ve kötü hesaptan korkanlardır.
17.Sure İsra Suresi, 23.ayet: Rabbin, Ondan başkasına kulluk etmememizi ve anne-babaya iyilikle davranmayı emretti. Şayet onlardan biri veya ikisi senin yanında yaşlılığa ulaşırsa, onlara: “Öf” bile deme ve onları azarlama; onlara güzel söz söyle.
17. Sure (İsrâ Suresi), 24. Ayet: Onlara merhamet ederek tevazu kanadını indir ve de ki: “Rabbim! Tıpkı beni küçükken koruyup yetiştirdikleri gibi sen de onlara acı.”
İbrahim Suresi/ 41:Ey Rabbimiz, hesabın görüleceği kıyamet günü beni, annemi, babamı ve bütün müminleri bağışla!
Ayetlere baktığımızda özetle; anne babaya öfkeyle değil merhametle bakmak, onlara teşekkür duygusu içinde olmak ve Allah’ın kendilerini af etmesi için duacı olmak emrolunmuştur.
Hadîs-i şerîflerde de buyruldu ki:(Ana-babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur. Onlara karşı gelenin, âsî olanın ömrü bereketsiz ve kısa olur )
(Ana-babasını dîne uygun hizmetleriyle râzı eden kimse, Allahı râzı etmiş olur, onları gazaplandıran, Allahı gazaplandırmış olur) [İNeccâr]
(Anasına-babasına âsî olan mel’ûndur) [Hâkim]
(Ana-babası, yanında ihtiyarladığı halde, [onların rızâlarını alamayıp] Cenneti kazanamayanın burnu sürtülsün)
(Cihâd, [Allah yolunda] sadece kılıç sallamak değildir. Ana-babaya veya evlâda bakmak da cihâddır. Ele muhtâç olmamak için çalışmak da cihâddır) [Deylemî]
Bir gün bir sahabe Resulullah’a sorar: “Ben kime iyilik yapayım?” Resulullah “Annene” der. Sonra tekrar kime diye sorduğunda tekrar “Annene” der. Sahabe tekrar sorar; Resulullah tekrar “Annene” der. Dördüncü kez sorunca Resulullah “Babana” diye cevap verir.”
(Anneye yapılan iyiliğin ecri iki mislidir) [İGazâlî] Anneye hürmet ve hizmetin, babadan önce geldiğine açık bir şekilde işaret edilmektedir.
(Önce annene, sonra babana, kızkardeşine, erkek kardeşine ve sırası ile diğer yakınlarına iyilik et!) [Nesâî]
(Veysel Karânî’nin kavuştuğu bütün ihsân ve dereceler,annesine yaptığı iyilik sebebiyledir.) [R.Nâsihîn]
Yâ Resûlallah, annem müşriktir. Ona iyilik etmem câiz midir diye soran kimseye, Peygamber Efendimiz: Evet, annene iyilikte bulun, buyurmuştur. (Ebû Dâvüd)
Her peygamber, kendi annesinden üstündür. Buna rağmen, peygamberler de, annelerine hürmet ve hizmet etmişlerdir. Enes bin Mâlik hazretleri de şöyle anlatır: Peygamber Efendimiz zamanında Alkame isminde bir genç vardı. Hep ibâdet ile meşgûl olurdu. Bu genç hastalandı dili tutulup birşey söyleyemez oldu. Durumdan Resûlullah Efendimiz haberdâr edildi ve kendisine Hz Ali ile Ammâr bin Yâsir hazretlerini gönderdi. Onlar, gence Kelime-i Şehâdet telkîn ettikleri hâlde, genç söyleyemiyordu. Peygamber Efendimiz, Bilâl-i Habeşî hazretleri vâsıtası ile son durumdan haberdâr edildi ve yanında bulunanlara şöyle buyurdu; Alkame’nin anne-babası varsa buraya getirin. Annesi geldiğinde; ben ondan râzı değilim çünkü o, hanımının rızâsını, benim rızâmdan üstün tutmaktadır. Dilinin tutulması bu yüzdendir. Ona hakkımı helal etmiyorum, dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:, Ey Bilâl! Ashâbı çağır, odun getirsinler Alkame’yi yakalım. Çünkü annesi, ondan râzı değildir, buyurdu. Kadıncağız bunları işitince dedi ki: Yâ Resûlallah, oğlumu benim gözümün önünde mi yakacaksınız? Kalbim buna nasıl dayanabilir? Hz. Peygamber de şöyle buyurdu: Cehennem ateşi, dünya ateşinden çok daha kızgın ve yakıcıdır. Sen ondan râzı olmadıkça, onun hiçbir ibadeti makbûl değildir. Hasta sahabenin annesi ağlayarak hakkını helal ettiğini söyledikten hemen sonra oğlunun dili çözüldü ve” iyileşti.” Aynı gün vefât etti, cenâze hazırlıkları yapılıp defnedildi. Definden sonra Resûlullah Efendimiz, Ashâb-ı kirâma hitâben buyurdu ki: (Hanımını annesinden üstün tutana, Allahü teâlâ ve melekler la’net eder) [RNâsıhîn]
Peygamber Efendimize, Lokman sûresinin (Dünyada ana-babanla iyi geçin) meâlindeki 15 âyet-i kerîmesinin açıklaması sorulduğunda da şöyle buyurdu: Onlarla iyi geçinmek demek; aç iseler yemek vermek, elbiseleri yoksa elbise sunmak, hizmete muhtâç iseler onlara hizmeti cana minnet bilmek, çağırdıklarında buyrun deyip yanlarına gitmek ve onlara hep iyilik etmek, bir iş buyurduklarında emirlerini yerine getirmek,(Ancak günah olan emirler yerine getirilmez.) onlarla konuşurken tatlı ve yumuşak hitâb etmek, onları isimleri ile çağırmamak, onlarla bir yere giderken arkalarından gitmek, kendi için sevdiği şeyi, onlar için de sevmek, kendisiyle birlikte onlara da duâ etmek demektir.
Hadîs-i Şerîflerde buyruldu ki:
(Ana-babaya ihsânda bulunmak ve akrabayı ziyâret etmek şekaveti saâdete çevirir, ömrü arttırır ve insanı fena ölümden korur.) [Ebû Nuaym]
(İffetli olursanız, kadınlarınız da iffetli olur. Ana-babanıza ihsân ederseniz, çocuklarınız da size ihsân eder) [Taberânî]
(Annenin duâsı, en çabuk kabul olan duâdır.) [İGazâlî]
(Ana-babaya iyilik etmek, namaz, oruç, hac ve cihâddan daha üstündür.) [İGazâlî]
(Evlâdının iyiliğini görmesi için, ona yardım eden babaya, Allah merhamet etsin.) [İbni Hibbân]
Bir kimse dedi ki; yâ Resûlallah, büyük bir günâh işledim. Tevbem kabûl olur mu, ne yapmam lâzımdır? Peygamber Efendimiz buyurdu: Annen var mı? Cevaben: Hayır yok. Teyzen var mı? Evet var cevabına karşılık öyle ise ona iyilik et! buyurdu.(Tirmizî) Burada net olarak teyze hakkının önemine dikkat çekilmiştir.
Resulullah’a (s.a.v) anne, babanın evlatları boynundaki hakkı nedir, diye sorulduğundaysa Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Onlar senin cennet ve cehennemindir.”
Hz. Peygamber birgün ashabına Allah’ın sadece hasta annesine sevgiyle baktığı için annesinin duaları sayesinde oğlunu cennette bir peygamber olan Hz. Musa(A.S)’a nasıl komşu kıldığının öyküsünü anlatmıştır.
Yine Resul-i Ekrem’den (s.a.v) şöyle nakledilmiştir: “Cennet annelerin ayağı altındadır.”
“Kıyamet gününde iyilerin efendisi ölümlerinden sonra anne ve babalarına iyilik yapan kimselerdir.”
“İffetli ve hayalı bir annesi olana ne mutlu!” “Saliha bir eşle evlenmesi bir erkeğin saadetindendir.” Burada da tüm ailenin iffeti, saadetinin büyük ölçüde kadına (dolayısıyla onun soyuna) bağlı olduğu ifade edilmektedir.
Abdullah b. Mesûd (r.a.) anlatıyor: Peygamberimize, Allah’ın en sevdiği amel hangisidir, diye sorduğumda; vaktinde kılınan namaz, buyurdu. Sonra hangisi diye yinelediğimde; anneye-babaya iyilik etmek, buyurdu. Sonra hangisi diye tekrarladığımda Peygamberimiz; Allah yolunda savaştır.” buyurdu.
Ebû Saîd Malik b. Rebi’a es-Saidî (r.a.) şöyle demiştir; Beni Seleme kabilesinden gelen bir adam Peygamberimize, anne ve babamın ölümlerinden sonra onlara yapabileceğim bir iyilik var mı, diye sordu. Peygamberimiz: “Evet, onlar için Allah’tan af dilemek, vasiyetlerini ve taahhütlerini yerine getirmek, onlar vasıtası ile olan yakın kimseleri (amca,hala, dayı, teyze gibi) ziyaret etmek ve onların dostlarına ikramda bulunmaktır” buyurdu. Yine Peygamberimiz buyurdu: “Büyük günahlar; Allah’a ortak koşmak, anne ve babaya karşı gelmek, adam öldürmek ve yalan yere yemin etmektir.”
Ebu Bekr (r.a.) den rivayete göre Peygamberimiz bir gün şöyle seslendi:
“Allah Teâlâ bütün günahlarda dilediklerinin cezasını ahiret gününe erteler. Yalnız anne ve babaya karşı gelmenin cezası hariç. Allah Teâlâ anne ve babasına isyan edenin cezasını ölmeden önce de dünyada verir.”
Yine bir hadiste; “Bir kimsenin anne ve babasına sövmesi, büyük günahlardandır.’ buyrulur.
Bir kişi, hicret etmek için Peygamber Efendimize dedi ki; anne ve babamı ağlatarak geldim yâ Resûlallah. Kendisi de cevaben: “Hemen git, onları ağlattığın gibi güldür!” buyurdu. (Ebû Davud)
“Anam-babam çok şefkatsız, onlara nasıl itâ’at edeyim?”diyen bir kimseye de, Resûlullah Efendimiz buyurdu:
”Anan seni dokuz ay karnında gezdirdi. İki yıl emzirdi. Seni büyütünceye kadar koynunda besledi ve sakladı, kucağında gezdirdi. Baban da seni büyütünceye kadar birçok zahmete katlandı. İdâre ve mâişetini temîn etti. Sana dînini, îmânını öğretti. Seni islâm terbiyesi ile büyüttü. Şimdi nasıl olur da, şefkatsiz olurlar? Bundan daha büyük ve kıymetli şefkat olur mu?”
Bir zât, “Yâ Resûlallah, ana-baba, evlâdına zulmetse de rızâlarını almayan Cehenneme girer mi?” diye sorduğunda, cevaben 3 defa “Evet zulmetseler de rızâlarını almayan Cehenneme girer.” buyurdu. (Beyhekî)
Peygambermiz (sav) Medine yıllarında, bir gazve dönüşü sevgili annesinin kabri başına gelir ve ağlar. Efendimizin ağladığını gören sahabeler de ağlar ve sorarlar: Ya Resullallah niçin ağlıyorsunuz? Efendimiz cevap verir: “Annemin bana olan şefkatini hatırladım. Yetim olmak…Herkes “anne” derken “anne” diyememek…Herkes “baba” derken “baba” diyememek… Bir çocuk için bundan daha ağır bir şey olabilir mi? Hiç şüphesiz bir çocuk için dünyanın en değerli şeyi önce annesi, sonra da babasıdır.” Burada da anne ve baba kaybının çocukları ne kadar çok etkileyeceği belirtilirken bu yası aynı şekilde sürdürmenin çocuk (bilincinde) kalmak olabileceği uyarısı yapılmıştır.
(Ana-babanın yüzüne sevgi ile bakmak ibadettir.) [Ebu Nuaymdan nakille hadis] Psikolojide de bakış ve göz temasının sevgi akışını güçlendirdiğini sözsüz bir lisanla muhabbeti çoğalttığını bilmekteyiz.
(Büyüğünü saymayan bizden değildir.) [Tirmizi]
Hadis_i Kutsi’de de şöye geçer :(Ya Musa, benim indimde çok ağır ve büyük bir günah vardır ki, o da, ana-baba evladını çağırınca, emrine uymamasıdır.) Diğer hadislerde de şöyle geçer:
(Ana ile oğlun arasını açana lanet olsun) (Gunye)
( (Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, reddolmaz.) [Tirmizi]
(Annesinin ayağını öpen, Cennetin eşiğini öpmüş olur.) [Şir’a]
(Ana-babasına dua etmeyenin rızkı kesilir.) [Şir’a]
(Ana-babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolculara infak edin!) [Bekara 215] ayetine dair kime infak edeceğini soran kimseye Resulullah Efendimiz: (Kendine, ana-babana, sonra hanımına ve çocuklarına, hizmetçine bundan sonrasını da artık sen bilirsin) buyurdu. (Nesai)
(Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya] İslam âlimlerine göre de ebeveyn sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar.
Son olarak “Ya Resulallah, babam benim malıma el koymak istiyor.” diyen sahabeye Hz. Peygamber (asm): “Kendin de malın da babanın malısınız” buyurur.(İbn-i Mâce)
AİLE DİZİMİNDE ÖNEM ARZEDEN HAK KONUSUNA PARALEL İSLAMDA AKRABANIN HAK VE HUKUKUKonuyla ilgili ayetler:
“Allah’tan korkun ve akrabalık bağlarını kesmekten sakının.” (Nisâ: 1)
“Onlar ki Allah’ın gözetilmesini emrettiği hakları gözetirler (akrabalık bağlarını devam ettirirler ve iyilikte bulunurlar); Rablerine saygı beslerler ve kötü hesaptan korkarlar…”; Fakat Allah’ın tevhit akidesini kabullendikten sonra onu bozanlar ve Allah’ın bağlanmasını emrettiği bağları koparanlar (akrabalık bağlarını kesenler) ve yeryüzünü fesada verenler var ya; işte bunlar, lânet onlara ve yurdun kötüsü Cehennem de onlara” (er-Ra’d, 13/21, 25).
“Demek idâreyi ve hâkimiyeti ele alırsanız hemen yeryüzünde fesad çıkaracak, akrabalık bağlarını bile parçalayıp keseceksiniz öyle mi? Onlar öyle kimselerdir ki Allah kendilerini rahmetinden kovmuş da duygularını almış ve gözlerini kör eylemiştir.” (Muhammed, 47/22-23).
” Allah bu misalle sadece fâsıkları saptırır. Onlar ahitleştikten sonra Allah’a verdikleri sözü bozarlar. Allah’ın birleştirilmesini emrettiği (akrabalık) bağını koparırlar ve yeryüzünde fesat çıkarırlar. Hüsrana uğrayanlar, işte onlardır.” (Bakara-26,27)De ki: “Harcayacağınız hayırlı bir şey, ana-babaya, akrabalaradır”. (Bakara-215)
“Akraba olanlar, Allah’ın kitabına göre birbirlerine daha yakındırlar.” (Enam-151)
“Ana-babaya ve akrabaya iyilik edin.”(Enfal-75) (Bakara 83)(İsra 26)
“Şüphesiz ki Allah, adaletli davranmayı, insanlara iyilikte bulunmayı ve (onları affetmeyi) akrabalara da yardım etmeyi (yani onları gözetmeyi) emreder. Fuhşu, kötülüğü ve zulmü yasaklar. Allah sizlere düşünüp yapmanız için öğüt verir”. (Naht-90)
“İçinizden fazilet ve mal sahipleri, akrabalara fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere yapa geldikleri yardımları esirgemesinler, bağışlasınlar, müsamahalı davransınlar. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah, Ğafur’dur, Rahim’dir (bağışlaması ve merhameti boldur). (Nûr-22)
Tevrat’ta da şöyle yazmaktadır; Allah’tan kork, akrabanı gözet, Ben senin ömrünü uzatırım. Kolaylık konularında senin için kolaylık yaratırım, zorlukları kaldırırım”
Konuyla ilgili hadisler:
‘Rahim Arşa asılmış der ki: Beni gözeteni Allah gözetsin, beni terk edeni Allah terk etsin’
‘Akrabalık bağlarını kesip koparan kimse Cennete giremez’
‘Her kim rızkının bol olmasını ve ecelinin gecikmesini istiyorsa sıla-i rahim yapsın’
‘Sıla-i rahim yapan, karşılık veren değildir. Esas sıla-i rahim, karşı taraf alakasını kestiği halde onu ziyaret edendir’
Ebu Eyyub el-Ensari (Radiyallahu Anh) şöyle dedi: “Bir kimse Resulullah (SAV)’e gelerek: Ya Resulallah, beni Cennete sokacak bir ibadet söyler misiniz?” dedi. Resulullah (SAV): Allah’a ibadet eder ve O’na hiç bir şeyi ortak koşmazsın, namaz kılar, zekât verir ve sıla-i rahim yaparsın’ buyurdu.”
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden kimse sıla-i rahim yapsın.” Buhari, Müslim
“Fakirlere yapılan tasadduk bir sadakadır, ama yani akrabaya yapılan ikidir: Biri sıla-i rahim, diğeri sadaka.”
“Her Cuma gecesi insanoğlunun amelleri Allah’a arz olunur: Yalnız sıla-i rahimde bulunmayanların amelleri kabul olunmaz” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 484).
“Teyze, anne yerindedir” (Tirmizi, Birr, 5)
AİLE DİZİMİNDE HERKESE DAİR EŞİT AİDİYET HAKKI KONUSUNU KADIN HAKKINA DAİR İNCELEME:
İSLAM’DA KADINA VERİLEN DEĞER VE HAKLAR
“Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allâh’tan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır.”
“Ey insanlar; doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık…” (Hucurat, 49/13).
“Kadınların, yükümlülükleri kadar meşru hakları vardır. Yalnız erkeklerin kadınlar üzerinde bir derece farkı vardır. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”(Bakara, 2/228)
‘Allah Hz. Meryem’i “bir bitki gibi yetiştirdiğine” dikkat çekerek Kuran’da kadını çiçeğe benzetir. Ayette bu gerçek şöyle bildirilir: “Bunun üzerine Rabbi onu güzel bir kabulle kabul etti ve onu güzel bir bitki gibi yetiştirdi. Zekeriya’yı ondan sorumlu kıldı. Zekeriya her ne zaman mihraba girdiyse, yanında bir yiyecek buldu: “Meryem, bu sana nereden geldi?” deyince, “Bu, Allah Katındandır. Şüphesiz Allah, dilediğine hesapsız rızık verendir” dedi.” (Al-i İmran, 37)
Kuran’daki kadın aynı zamanda karar alan üstün bir makamdadır. Kadın devlet yöneticisidir. Allah Kuran’da ülkesi için kararlar alan Sebe Melikesi’ni şöyle örnek verir.“Gerçekten ben, onlara hükmetmekte olan bir kadın buldum ki, ona her şeyden (bolca) verilmiştir ve büyük bir tahtı vardır.” (Neml Suresi, 23)
Kuran’daki kadın eylem ve sorumluluk bakımından erkek ile eşittir. Bir Müslüman erkeğin Allah’a karşı tüm sorumlulukları bir Müslüman kadının da sorumluluğudur. Kuran’da hitap, “mümin erkekler ve mümin kadınlar”adır. Aralarında ayrım yoktur. Üstünlükse takvada(Allah’a yakınlıkta)dır. Bu gerçek ayette şöyle bildirilir: “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’tan olan hoşnutluk ise en büyüktür. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.” (Tevbe Suresi, 71-72)
“Erkek olsun, kadın olsun inanmış olarak kim salih bir amelde bulunursa, onlar cennete girecek ve onlar, bir ‘çekirdeğin sırtındaki tomurcuk kadar’ bile haksızlığa uğramayacaklardır.” (Nisa Suresi, 124)
“Şüphesiz, Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar, gönülden (Allah’a) itaat eden erkekler ve gönülden (Allah’a) itaat eden kadınlar, sadık olan erkekler ve sadık olan kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, saygıyla (Allah’tan) korkan erkekler ve saygıyla (Allah’tan) korkan kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve (ırzlarını) koruyan kadınlar, Allah’ı çokça zikreden erkekler ve (Allah’ı çokça) zikreden kadınlar; (işte) bunlar için Allah bir bağışlanma ve büyük bir ecir hazırlamıştır.” (Ahzab Suresi, 35)
Kuran’da kadın korunma, özen, ihtimam bakımından erkekten üstündür. Kadın sultandır. Her türlü nafakası kocasına ait olup kendisi için hizmetçi, kocasının yakınlarından ayrı evde olmayı, haftada bir kendi ailesini ziyareti isteyebilir. Cinsel tatmine hakkı vardır ve bir yıl kendisiyle ilişkide bulunamayan kocasını dilerse boşayabilir, boşanma sırasında ve sonrasında da korunur.
Hadislerde şöyle geçmektedir:
(Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah’ın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!)
(Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allahü teâlâ sever, rızklarını arttırır.) [İ.Lâl]
(En üstün mümin, hanımına en iyi, en lütufkâr davranan güzel ahlaklı kimsedir.) [Tirmizi]
(Hanımının haklarını ifa etmeyenin; namazları, oruçları kabul olmaz.) [Mürşid-ün-nisa]
(Hanımını döven, Allah’a ve Resûlüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.) [R.Nasıhin]
(Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.)
Veda hutbesinde de Hz. Resul, yedinci yüzyılda yüz yirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını yeniden hatırlatmıştır. Dinimiz özellikle kız çocuklarına da çok değer vererek bu konuda o döneme dek olan cinsiyet ayrımını kırmaya çalışmıştır. Zaten anne hakkına çok büyük önem veren bir inanç sistemi aslında kadının kıymetini de bu sayede ortaya koymaktadır.
AİLE DİZİMİNDE HAK VE BEDELLER KONUSUNUN ÖNEMİNE PARALEL NİTELİKTE İKİ BAŞLIK; komşu, yaşlı ve engelli bireylerin haklarını dini açıdan inceleme
İSLAMDA KOMŞULUK HAKKI:
Ayet 4/36- “Allah’a ibadet edin ve ona hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, elinizin altındakilere iyilik edin. Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseleri sevmez.”
Hadisler: “Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi o kadar tavsiye etti ki neredeyse komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim.”(Buhârî) Buradan komşu hakkının neredeyse akraba hakkı gibi önemsendiğini anlamaktayız.
“Kulun kalbi dosdoğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Dili doğru olmadıkça da kalbi doğru olmaz. Komşusu şerrinden emin olmadıkça cennete giremez.” (Ahmed b. Hanbel, İbn Ebi’d-Dünya)
“Komşusuna eziyet eden bana eziyet vermiş, bana eziyet eden de Allah’a eziyet etmiş olur. Komşusu ile harp eden benimle savaşmış, benimle savaşan da Allah’la savaşmış olur.” (İbn Hıbban)
“Kıyamet günü birbirinden davacı olacakların ilki komşulardır.” (Ahmed b. Hanbel, Taberani)
“Komşunun senin üzerindeki hakları şunlardır; hastalanırsa ziyaret edersin, ölürse cenazesine katılırsın, senden borç isterse verirsin, muhtaç duruma düşerse açığını örtersin.” (Taberani)
“Yanındaki komşusu aç iken bunu bildiği halde tok olarak geceyi geçiren bana inanmış değildir.” (Taberani)
“Allah salih bir müslüman sebebiyle komşularından yüz hane halkının belasını savuşturur.”
DİNİMİZDE YAŞLININ HAKKI: Efendimiz (SAV): “Beli bükülmüş ihtiyarlarınız olmasaydı, belalar üstünüze sel gibi yağacaktı” (Buhari) buyurmuştur. İslam hukukuna göre dedenin nafakası kesinlikle verilmelidir. Çünkü dedeye hürmet, babaya hürmettendir. Tarih boyunca da islam toplumunda, Allah’ın bütün muhtaç ve düşkün kulları, akraba olsun olmasın korunmuş gözetilmiştir. Mesela, Sultan II. Abdülhamid Han’ın kurduğu ve halen faal olan Dar’ül Aceze, bu gerçeğin günümüze yansımış en güzel misalidir.
Konuyla ilgili diğer hadisler:
Herhangi bir genç yaşlılığından dolayı bir ihtiyara hürmet ederse, Yüce Allah da yaşlandığında ona hürmet edecek kimseler halkeder. (Tirmizî, “Birr,” 15; Ebu Davud, “Edeb,” 58)
Küçüklerine şefkat göstermeyen, büyüklerine değer ve saygı göstermeyen bizden değildir.
Saçı sakalı ağarmış yaşlı müslümana saygı gösterip ikram etmek, Allah’a saygıdandır. (Ebu Davud, “Edeb,” 23)
Düşkünleri görüp gözetiniz, zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız. (Tirmizî)
Bereket, büyüklerinizin yanındadır. (Münavi, Feyzu’l-Kadir, 3/220)
Merhamet etmeyene merhamet edilmez. (Müslim, Fedâil, 66)
Güçsüzlere, hastalara, yaşlılara ve küçüklere merhamet ediniz! [Şir’a]
Halkı içindeki ihtiyar, ümmeti içindeki peygamber gibidir. [İ. Neccar]
Şu üç şey, Allahü teâlâya tazimdendir: Müslüman olarak yaşlanan kimseye ikram, Kur’an-ı kerimi ezberleyene ikram, ilim sahibine ikram. [Ramuz]
Müslüman olarak ihtiyarlayan kimseye ikram eden, Nuh aleyhisselama ikram etmiş gibi sevap alır. Nuh aleyhisselama ikram eden de, Allahü teâlâya ikram etmiş olur. [Hatib]
Peygamber efendimizin, Allahü teâlâ yemin ederek, “Müslüman olarak ihtiyarlayana azap etmekten hayâ ederim” buyurdu ve ardından ağladığı görüldü. Sebebi sorulunca, “Allahü teâlâ, kendisinden hayâ ettiği hâlde, O’ndan hayâ etmeyene ağlıyorum” buyurdu. (Beyheki)
Bir keresinde Mekke’nin fethinde Hz. Ebû Bekir yaşlı babası Ebû Kuhâfe’yi Müslüman olmak için Hz. Peygamber’in huzuruna getirince, Resûlullah (SAV): “Şu ihtiyarı buraya kadar yormayıp evinde bıraksaydın ben onu ziyaret ederdim” buyurur.
“Sizden biriniz, insanlara namaz kıldırdığı zaman, hafif tutsun. Çünkü onların arasında zayıf, hasta ve yaşlılar vardır…” (Buhârî, İlim, 28) Diğer taraftan Hz Resul savaş için gönderdiği mücahitlerine tavsiyede bulunurken, kadınlar ve çocuklar yanında ihtiyarlara da dokunmamalarını kesin olarak emretmiştir. (Vâkidî, Meğâzî, II, 758)
İSLAM’DA ENGELLİ KİŞİLERE SAYGI
İslam, sosyal ilişkilere büyük önem vermekte ve sağlıklı ve engelli diye bir ayırım yapmamaktadır. Ancak yardıma, ilgiye ve bakıma muhtaç insanlarla -akrabalık yakınlığı olmasa dahi- ilgilenmeyi teşvik etmektedir. Hz. Hatîce validemiz, Peygamberimizi “güçsüzü yüklenen” (tahmîlü’l-kelle) kimse olarak tanıtmıştır. “el-kell”, kendi işini kendisi yapamayan, zayıf ve güçsüz olması hasebiyle insanlara muhtaç olan âciz kimse diye tarif edilmektedir. Bu kavram, her türlü engelliliği içine alır. Bu; Hz. Peygamber’in daha peygamberlik öncesinde zayıf, güçsüz ve âcizlere arka çıktığı, onların sıkıntılarını ve ihtiyaçlarını giderme çabası içinde olduğunun beyanıdır. Engelli bir kimseye yol göstermek, ilgilenmek sadakadır. Engelliye kötü davrananı da Hz. Peygamber bizzat kınamıştır. İnsan, Allah’ın yeryüzünde yarattığı en değerli ve en üstün varlıktır. Yaratılış ve temel haklar açısından insanlar arasında fark yoktur. Allah, insanları fizik yapıları, engelli veya engelsiz oluşlarına göre değil iman, ahlak, takva veya inkar, isyan ve zulüm açısından değerlendirir. Allah katında en üstün insan en muttakî insandır. Kur’ân az sayıda fiziksel anlamda, çoğunlukla mecâzî anlamda görme, işitme, konuşma engelliliğinden söz eder. Fiziksel anlamdaki engellilik, ya benzetme veya dîni görevlerde ruhsat bildirme veya tedâvi etme bağlamında zikredilmektedir. Mecâzî anlamda engellilik ise îman etmeyen insanların ilâhî gerçekleri anlamamaları, görmemeleri, duymamaları ve konuşamamaları bağlamında geçmektedir. Engelli ve hasta olan insanlar, ibadetlerini ancak güçleri nispetinde yaparlar. Bu kimselere dînî her türlü kolaylık sağlanmıştır. Aklî melekesini yitirenler ise ibadetle sorumlu değillerdir. İnsanın fizîkî ve ruhî varlığını sağlıklı olarak sürdürmesi ise temel görevidir.
Konuyla ilgili ayetlerde;
“Hastaya güçlük yoktur” (Nur, 24/61. Fetih, 48/17).
“Gözleri görmeyene güçlük yoktur” (Nur, 24/61. Fetih, 48/17) anlamındaki âyet, görme engellilerin savaşa katılma zorunluluğunun bulunmadığını ifade etmektedir.
“Yürüme özrü olana güçlük yoktur” (Nur, 24/ 61. Fetih, 48/17).
Bakara suresinin 177. âyetinde muttakî ve sâdık insanların nitelikleri arasında felç, bunama, kanser ve benzeri bedensel ve zihinsel hastalıklara, zarar ve sıkıntılara karşı sabırlı olanlar da zikredilmektedir.
Enes b. Mâlik’in Hz. Peygamber’den naklettiği kutsi bir hadise göre Yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Ben kulumu –iki gözünü kastederek- iki sevgilisiyle imtihan ettiğimde o buna sabrederse, iki göze bedel olarak ona cenneti veririm”
“Sabredenleri müjdele. Onlar, başlarına bir musibet gelince ‘biz şüphesiz (ki her şeyimizle) Allah’a aidiz ve şüphesiz O’na döneceğiz derler” (Bakara, 2/155-156) buyurmaktadır.
“Ey Allah’ın kulları tedavi olunuz. Zira yüce Allah hiçbir hastalık yaratmamıştır ki, şifasını da birlikte yaratmış olmasın” anlamındaki hadis sağlığın korunması ve tedavi olunmasını öngörmektedir.
Yüce Allah Hz Eyüp ve Yakup peygamberi örnek vererek bedensel ve zihinsel her türlü hastalıktan kurtulmak için tedavi yollarına başvurulması gerektiğini, şifayı verenin Allah olduğunu bilmemizi istemektedir. (Enbiya, 83-84; Sad, 41-42)
Peygamberimiz bir gün ashabına “her gün” için sadaka verilmesi gereğinden söz eder. Sahabe, her gün için sadaka verecek imkanlarının olmadığını söyler. Bunun üzerine Peygamberimiz, sadakanın birçok çeşidinin olduğunu bildirir ve; “Görme özürlüye rehberlik etmen, sağır ve dilsize anlayacakları bir şekilde anlatman, bir ihtiyacı konusunda senden yol göstermeni isteyen kimseye yol göstermen, yardım isteyen kimsenin yardımına koşuşturman, koluna girip güçsüze yardım etmen, bütün bunlar senin kendine yapacağın sadaka çeşitlerindendir…” buyurur.
Engellilere yapılacak bu tür yardımların Allah’a olan sadâkatin bir ifadesi olduğunu belirten Peygamberimiz, herhangi bir özürlüyü yoldan saptıranları, onu kasten yanlış yola yönlendirme sadakatsizliğini gösterenleri de lanetliler arasında saymıştır.
Peygamberimiz, “Kim ölür de mal bırakırsa, malı veresesinindir. Kim bakıma muhtaç kimseler bırakırsa (kellen) onun sorumluluğu bana aittir” sözüyle Devletin de hasta, zayıf, engelli, yetim ve benzeri bakıma muhtaç kimseleri koruyup gözetmesi gerektiğine işaret etmiştir.
Peygamberimiz’in (SAV) tavsiyesi istikametinde, rahatsız edecek bir şekilde engelli kimselere uzun süre bakmamak dahi gerekir. Zîrâ Peygamberimiz, bedensel özürlüleri işaret ederek “Cüzzamlılara uzun süre bakmayın.” buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz (s.a.v) engelli kişilerin engelleri sebebiyle ayıplanması, tahkir edilmesi bir yana engeli olmayan kişilerin dahi boyu veya rengi gibi fiziki unsurları sebebiyle ayıplanıp dışlanmasını yasaklamış ve hatta engelli olan kişileri onurlandıracak şekilde iltifatlarda bulunmuştur. Mesela görme özürlü bir sahabeden söz ederken, ona “basir” (basiretli, iyi gören) demiştir ve şöyle buyurmuştur:
“Bir kimsenin mümin kardeşini (herhangi bir kusuru veya fiziki engeli sebebiyle) küçümsemesi günah olarak ona yeter” (Müslim)
Efendimiz’in (s.a.s.) bazı bedenî kusurları olan ve çölde yaşayan Zâhir ismindeki bir sahabesini “Zâhir bizim bâdiyemiz, biz de onun şehriyiz.” “Ya Zâhir, and olsun ki sen Allah katında değersiz değilsin (tam aksine çok değerlisin)” diyerek övmüştür.
Bunların yanı sıra Peygamberimiz engellilere yeteneklerine göre kamu alanında görev vermiş, onların toplumdan dışlanmasına müsaade etmemiş bilakis topluma kazandırmaya çalışmıştır. Engellileri başkalarına el açan bir dilenci ve toplumun üretken olmayan bir kesimi olarak görmemiştir. Aksine çeşitli hizmetlerde kendilerinden yararlanma cihetine gitmiştir. Örneğin, ortopedik özürlü (topal) Muâz b. Cebel’i Yemen’e vali olarak göndermiş, çeşitli vesilelerle Medine dışına çıktığında yerine vekalet etmek üzere 13 defa görme özürlü Abdullah İbn Ummi Mektum’u vekil bırakmıştır. İbn Ümmi Mektum, cemaate namaz kıldırmış, Mekke ve Medine’de uzun yıllar müezzinlik yapmıştır. Sahabeden görme özürlü İtbân b. Mâlik de kendi kabilesine imamlık yapmıştır.
Bir gün Hz. Muhammed (SAV.) Mekke’nin ileri gelenlerini dine davet ile meşgul olması sebebiyle görme özürlü bir sahabeyle ilgilenmediği için ayetle uyarılmıştır: “Kendisine o gözleri görmeyen geldi diye Peygamber yüzünü ekşitti ve öteye döndü, yüz çevirdi. (Ey Peygamberim!) Ne bilirsin belki o temizlenip arınacak; yahut öğüt alacak da bu öğüt kendisine fayda verecek, kendisini muhtaç hissetmeyene gelince sen ona yöneliyor, onun sesine kulak veriyorsun, (istemiyorsa) onun temizlenmesinden sana ne, ama sana Allah’a derin bir saygı ile korku içinde koşarak geleni bırakıp ondan gaflet ediyorsun; hayır böyle yapma, çünkü bu (Kur’ân sureleri) bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.”(Abese Suresi)
Peygamber efendimiz (a.s.), bu olaydan sonra söz konusu olan kişi; Abdullah ibn Ümmi Mektum’a ikram etmiş, onunla konuşmuş, hatırını ve bir ihtiyacının olup olmadığını sorarak onunla ilgilenmiştir. Bundan sonra Abdullah b. Ümmi Mektum’un sahabenin ileri gelenleri arasında bulunması, ilk Müslümanlardan olması, müezzinlik yapması gibi özelliklerinden dolayı cemaat arasında saygın bir yer edinmiş ve engelli sahabeler arasında âdeta sembol bir isim durumunda olmuştur.
AİLE DİZİMİNDE ÖLÜYE SAYGI VE YAŞANANLARI KABUL BAHSİNE DİNİ BAKIŞ:
İSLAMDA ÖLÜYE SAYGI
İslam’da Kabirleri ve kabristanları (mezarlıkları) güzel korumak, temiz tutmak ve ağaçlarla süslemek, hayatta olanlar için bir görevdir. Bir kabristan ne kadar eski olursa olsun ve ne kadar ihtiyaç dışı bulunursa bulunsun, yine kabristan olarak korunması gerekir. Böyle bir kabristanı satmak veya üzerinde herhangi bir tesis kurmak, içinde bulunan ölü kemiklerini ve topraklarını başka bir mezarlığa götürmek caiz görülmemektedir. Ölülerin hakları, dirilerin hakları kadar, belki ondan daha fazla saklıdır.
İslâm yurdunda bulunan gayri müslimlerin mezarlarına da tecavüz edilemez. Çünkü onlara hayatlarında eziyet verilmesi haram olduğu gibi öldükten sonra da kabirlerine tecavüz etmek ve yerlerini dümdüz etmek haramdır.
Bunların yanısıra her bireyin iki eliyle yaptıklarından (kendi seçimlerinden)sorumlu olduğu da ayetlerde belirtilmiştir:
“İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur.”
“Siz, ancak yaptıklarınızın cezasını çekeceksiniz.”
“Herkesin kazandığı hayrın sevabı kendine, yaptığı fenalığının zararı da yine kendinedir.”
Ancak Ehl-i Sünnet alimlerinin hepsi, hangi amelin fayda verip, hangisinin fayda vermeyeceği meselesinde ihtilaf etmişler ise de, ölüye başkalarının yapacağı amellerin fayda vereceği hususunda ittifak etmişlerdir. Çünkü bu konuda, bazı amel ve iyiliklerin fayda vereceğine dair, apaçık ayet ve hadisler vardır ki; ölmüşlerine gönülden dua etme teşvik edilmiş hatta övülmüştür. Zira giden birisi için dua edebilmek demek onu kin ve öfkeyle değil hayırla hatırlamak ve ondan razı olmak demektir.
Kaldı ki cenaze namazının kendisi de ölü için bir duadır. Allah için namaza, meyyit/meyyite için duaya… diye niyet edilir. Ölmüş ebeveyni ve akrabası yararına yapılabilecek işler şunlardır: borçlarını ödemek, adına sadaka vermek, dua ve istiğfar edilip arkasından Kuran okuyup sevabını bağışlamak, adına kurban kesmek, kabirlerini ziyaret etmek, arkasından ölçülü yas tutmak, hep hayırla yadetmek, borçlu olduğu oruçları ve hac vazifesi kalmışsa gidenin yerine ve niyetine mümkünse gerçekleştirmek, varsa vasiyetlerini yerine getirmek, akraba ve dostlarını ziyaret etmektir.
Konuyla ilgili hadisler:
(Mü’minin ruhu, borcu ödeninceye kadar ona bağlı kalır.”)
(Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki]
(Ölüleriniz yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünya]
(Bir kimse, öldükten sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. Kendisini yıkayanlara ve kefenleyenlere bakar)
(Ölülerinizi güzel hâlleriyle hatırlayınız, kötülüklerinden söz etmekten çekininiz.”) (Sahih-i Buharî)
(Ana-babasının veya ikisinden birinin kabrini her Cuma günü ziyaret edenin günahları affolur. Haklarını ödemiş olur)
(Mü’min’e ölümünden sonra amel ve hasenatından ulaşacak şey: Öğretip yaydığı ilim, bıraktığı salih evlat, miras bıraktığı Mushaf, yaptığı mescit, yolcu için yaptığı ev, akıttığı ırmak ve sağlığında malından verdiği sadakadır.)
AİLE DİZİMİNDE ÖNEM ARZEDEN, DÖNGÜLERE YOL AÇAN HAK- BEDELLER KONUSUNA DİNİ BAKIŞ:
İSLAMDA KÖTÜLÜK VE ZULÜM
Atasözlerimizden örnekler:
Alma mazlumun âhını, çıkar âheste âheste.
Zulm ile âbâd olanın sonu berbâd olur.
Az kaz, uz kaz, (kuyuyu kendi) boyunca kaz.
Elbette olur ev yıkanın hanesi virân.
Ele attığın taş başını yarar.
Ağlatan gülmez.
Etme-bulma dünyası.
Ne ekersen onu biçersin.
Etme komşuna gelir başına.
Çalma kapıyı, çalarlar kapını.
Kazma kuyuyu kendin düşersin.
Kötülük eden kötülük bulur.
Mazlûmun âhı indirir şâhı.
Üveye etme özünde bulursun, geline etme kızında bulursun.
Zulüm eken isyan biçer.
Kötülük eken pişmanlık biçer.
Önce iğneyi kendine batır, sonra çuvaldızı başkasına.
Tilki ne kadar çevik ise de, bir gün boğazı onu ele verir. Dinimizde de iyilikler, rahmet ve sevap sebebi yapılmıştır. Her bir iyilikte kula en az on rahmet lutfedilir, on sevap verilir. Bütün kötü işlere ise Allah zulüm ismini vermiştir. Kötülük edenlere, başkasının malını çalan, hakkını yiyen, şerefini çiğneyen, hak-hukuk tanımayan kimselere Kuran’da zalim ve müsrif denilmiştir. Kötü işlere dalanlara: “Kendinize zulüm yapmayın!” uyarısı yapılmıştır. Kötü bir iş yapan kimse aslında kendisine zulüm, haksızlık ve kötülük yapmıştır.
Sahabeden Hz. Ali r.a. bir defasında yanındakilere: “Ben hiç kimseye bir iyilik ve kötülük yapmadım!” dedi. Oradaki insanlar şaşırdılar ve: “Efendim, bu nasıl olur? Kötülük yapmadığınız doğru, fakat hiç kimseye bir iyilik yapmadınız mı? Bizler sizin çok iyiliğinizi gördük!” dediler. Hz. Ali r.a.: “Ben her ne yaptımsa kendime yaptım” dedi ve şu ayeti okudu:
“Kim bir iyi amel yaparsa, bu onun kendi faydasınadır. Kim de bir kötü amel yaparsa, bunun zararı kendi nefsinedir. Sizler sonuçta Rabbinize döndürülürsünüz. O size hak ettiğinizi verir.” (Casiye, 15) Diğer ayetlerde de şöyle geçer:
“Ey insanlar! Sizin taşkınlık ve zulmünüz ancak kendi aleyhinizedir.” (Yunus, 23)
“Onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki hile yapan, hilesinin içine düşer.” (Fâtır, 43)
Rasulullah s.a.v. buyurdu ki: “Üç şey var ki bunların sonucu yapana döner. Bunlar, zulmetmek, hile yapmak ve sözünden dönmektir.”
Zâlim bile olsa bir insana beddua etmek, lanete yakın bir şeydir. Meselâ, “Allah onun bedenine afiyet vermesin”, “Ona selâmet vermesin” gibi ifadeler beddua olup bunların hiçbiri dinimizce hoş görülmemiştir. Hadis-i şeriflerde şöyle bildirilmiştir:
“Mazlum, zalime öyle beddua eder ki, ettiği beddualar zalimin zulmüne denk olur. Bedduada ileri giderse kıyamet günü zalimin ondan alacağı olur.”
“Mazlumun bedduasından sakınınız. Çünkü o dua, bir ateş kıvılcımı gibi semaya yükselir.”
“Mümine lanet etmek, onu öldürmek gibidir”
“Şüphesiz lanet ediciler kıyamet günü ne şefaat edebilir ne de şahit olabilir.”
Yetim( Anne veya babası olmayan) hakkı yiyenler için ise Yüce Rabbimiz, “Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, ancak ve ancak karınlarını doldurasıya ateş yemiş olurlar ve zaten onlar çılgın bir ateşe (cehenneme) gireceklerdir.” (Nisa, 10) buyurarak bizleri uyarmaktadır. Yetimler hem şahısları hem de malları açısından velayet/koruma altına alınmıştır. Bu yüzden, Kur’an-ı Kerim’de yirmiden fazla ayette yetimlerden söz edilmiş ve onlara özel ilgi ve koruma gösterilmesi istenmiştir. Maun suresinde ancak dini yalan sayanın yetimi itip kaktığını, yoksulu doyurmaya teşvik etmediğini, bu kişilerin gösteriş için namaz bile kılabileceklerini ancak en küçük bir yardımı bile men ettikleri belirtilmiştir.
“Kul hakkı, mü’minin ayıbı, kusûrudur.” [Ebû Nuaym’dan nakille hadis)
Hz. Peygamber (s.a.v) bir gün şahadet parmağı ile orta parmağını ayırıp göstererek: “Ben ve yetimin işlerini üstlenen, onların haklarına riayet eden kimse, cennette böylece beraber olacağız” buyurmuşlardır.
“Bir yetimin başını okşayan kimseye, elinin değdiği saçlar sayısınca sevap yazılır.”
Bir adam, Efendimiz’in (s.a.v) huzuruna gelip kalbinin katılığından yakındığında buna cevap olarak Efendimiz (s.a.v), “Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulu doyur ve yetimin başını okşa” buyurdu.
Bir kötülük, bir haksızlık görüldüğünde onun el ile, olmazsa dil ile önlenmesi, o da olmazsa kalben o işe karşı olmakla mukabele edilmesi de Peygamberimizin bir emridir.
Yine bir ayette buyrulur: “Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü (ve yanlış) hüküm veriyorlar!”
“İnsanların kendi elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıktı; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (Rum suresi) Diğer ayetlerde de şöyle buyrulur:
41:46 – Her kim iyi bir iş yaparsa, kendi lehine yapmış olur. Kim de bir kötülük yaparsa, kendi aleyhine yapmış olur. Rabbin kullara zulmedecek değildir. Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler aleyhinedir. İşte onlar için acı bir azap vardır.”
50:16 – Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız.
99:8 – Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.
‘İzzetim ve celâlim hakkı için, sonunda zalimlerden mazlumun intikamını alırım. Bir mazlumun zulme uğradığını görüp, gücü yettiği halde ona yardım etmeyen katı yürekli kimseden de mazlumun intikamını alırım.’ (Zebîdî, IV, 203) H(Hadis-I Kutsi)
Hanım velilerden Rabiatü’l-Adeviyye ise mazlumlara zalimden intikam alma düşüncesi taşımalarına lüzûm olmadığı tavsiyesinde bulunarak şöyle seslenir: ‘Yüce Allah, zalimi helâk edecektir. Buna inanmak, mazlumun zalime karşılık vermesinden daha etkilidir…’
AİLE DİZİMİNDE AKTARIM OLABİLEN BEDELLER KONUSUNA TARİHSEL VE DİNİ BAKIŞ:
ZULMÜN( HAK YEMENİN) TARİHİ
Zulüm; keyfî hareket ile hukûkî sınırları çiğneme, hak yeme; başkasının malına, şahsiyetine, canına kast etme, cezayı gerektirecek bir suç olmaksızın güçsüzlere kötülük ve eziyet etme gibi anlamlara gelir.
Hz. Adem’in çocuklarından Kâbil’in, kardeşi Habil’i öldürmesiyle ile başlayan zulüm, (İlk kurban-fail ilişkisi) tarih boyunca da devam etmiştir. Bir iddiaya göre; şu an Afganistan’ın baş şehri olan Kabil’i Kabil oğullarının kurduğu, ya da o bölgede yaşadıklarıdır. Çünkü Kabil şehrine yakın yine Kabil adında bir yerleşim yeri ve Kabil adında bir nehir vardır. Belki bu nedenle bu bölge tarih boyunca huzur, dirlik görmemiştir.
Kabil birçok kaynağa göre, kendi soyu tarafından da sevilmemiş, hatta özoğlu tarafından taşlanarak öldürülmüştür. Kendi kavminden uzaklaştığı için şeytan onun ateşe tapmasını sağlatarak yoldan çıkartır. İlk ateşe tapma da alkol kullanma da böyle başlamıştır.
27 Onlara Âdem’in iki oğlunun haberini, gerçek olarak oku: Hani her biri birer kurban sunmuşlardı, ( kurban ) birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. ( Kurbanı kabul edilmeyen kabul edilene ): “ Seni öldüreceğim.” demişti. ( O da):“ Allah, sadece (azabından ) korunanlardan kabul eder” dedi.
28 “ Andolsun, eğer sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben alemlerin Rabbinden korkarım!”
29 “ Ben isterim ki sen, benim günahımı da, senin günahını da yüklenip ateş halkından olasın! Zalimlerin cezası budur.”
30 Nefsi onu, kardeşini öldürmeğe çağırdı, (o da nefsine uyarak) onu öldürdü, ziyana uğrayanlardan oldu.
31 Derken Allah, ona, kardeşinin cesedini nasıl gömeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. (karganın yaptığını görünce): “ Yazık bana, şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miyim (ben)” dedi ve pişman olanlardan oldu! (Kur’an / Maide 27 -31)
Kur’an’da bu hikâye Tevrat ve İncil ayetlerine benzer bir şekilde anlatılmıştır. Karanlığı ifade eden, ‘zulmet, zalâm, zulumât’ kelimeleri ile ‘zulm’ün; ‘z.l.m’ kökünden gelmesi, her iki mânâ arasında yakın bir münasebet olduğunu gösterir. Hak ve hukuk sınırlarını çiğneyerek insana ve diğer canlılara saldıran zalim, mazluma zulmederken, aynı zamanda ‘Hakk’a karşı gelmektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de 247 defa geçen ‘Hakk’ kelimesi, Yüce Allah’ın zâtını işaret ettiği gibi kul hakkı, adalet, doğruluk, hukukun tecellisi gibi mânâlara da gelmektedir. Dolayısıyla toplumların huzur temînâtı olan hak ve adaletin, ancak gönüllere kutsal değerlerin yerleştirilmesiyle tecelli edebileceği belirtilebilir.
Zaten fıkıh âlimlerimiz katlin de sadece üç yerde câiz olduğunu belirtmişlerdir; “İmandan sonra küfre girme”, “evli olduğu halde zina etme” ve “haksız yere bir insanın kanına girme” Bunların dışında kesinlikle insanın hayatına son verilemeyeceğini kaydetmişlerdir.
DİNİMİZDE HARAM LOKMA
Ayetler: (Hırsızlık yapan cezalandırılır.) (Maide 38)
(O gün, size verilen her nimetten sorguya çekileceksiniz.)[Tekasür 8]
(Birbirinizin mallarını, aranızda [kumar, sahtekârlık, hırsızlık, gasp, rüşvet gibi] bâtıl sebeplerle yemeyin!)[2-188]
(…Kötü tuzak, ancak sahibinin başına dolanır….) (Fâtır, 22/43)
(Ölçüyü tastamam yapın, (insanların hakkını) eksik verenlerden olmayın.) eş-ŞUARÂ,181
(Doğru terazi ile tartın.) eş-ŞUARÂ, 182
(Sakın dengeyi bozmayın.) er-RAHMÂN, 8
(Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın.) er-RAHMÂN, 9
(Eksik ölçüp noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun!)el-MÜTAFFİFÎN, 1
Haksızı haklı, yanlışı doğru, kötüyü iyi, liyakatsizi liyakatli göstermek için bir kimseden para, mal almak rüşvettir. Böyle gayrı meşru hareket için, para, mal verilmesine vasıta olmamalıdır. Çünkü hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
(Rüşvet alana, verene ve bunlar arasında rüşvete vasıta olana da Allah lanet etsin.) [Hakim]
(Rüşvet alan da, veren de Cehennemdedir.) [Taberani]
(Bir kavimde gulül (denen devlet malından hırsızlık) zuhur ederse, Allah o kavmin kalplerine korku atar. Bir kavim içinde zina yayılırsa orada ölümler artar. Bir kavim, ölçü ve tartılarda (hile yaparak) miktarı azaltırsa Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin (mahkemelerinde) haksız yere hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönüp gadre yer verirse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.)
(Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onların hallerini değiştirmez.) [Rad 11]
Hırsızlık Kur’an’da şirk, katillik ve zina gibi büyük günahlarla beraber zikredilmiştir. İnsan emeği ve malının dokunulmazlığı vardır. Kimse, başkasının malını çalamaz, gasp edemez.
İslam, bu çirkin fiili ve büyük günahı önlemek için öncelikle fert, aile ve toplum hayatının her safhasında kardeşlik, kaynaşma ve sevgi bağları kurar. Sonra zekat, sadaka, adak, vakıf vesâir sosyal müesseseleriyle hırsızlığa giden yolları keser, bunlara rağmen hırsızlık yapanları cezalandırır. Nitekim konuyla ilgili Resülullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Allah, bir yumurta çalıp da eli kesilen, bir ip çalıp da eli kesilen hırsıza lanet etsin.”
Hadiste geçen yumurta ve ip, hırsızlığın böyle kıymetsiz şeyler çalınarak başlandığına ve büyüdüğüne işaret etmektedir. Hırsızlık lanete mucip bir sosyal fitne ve felakettir. İslâm dininin istediği saadet toplumunda, hırsızlık olmadığı için huzur ve güven kurulmakta insanlar rahat bir hayat yaşamaktadır. Bu konuda en somut örnek Asr-ı Saadet’ten sonra Osmanlı’nın uyguladığı sistemdir. Toplumda oluşturduğu mekanizma ile hırsızlığın önüne geçmiş, hırsızlık düşüncesini ve sonucunda görülecek cezayı zihinlerde oluşturmuş ve buna teşebbüs edenlerin önüne manevi bir sınır koymuştur. Bu hususta iki batılı yazarın ifadeleri örnek teşkil etmektedir: Fransız generallerinden Compte de Bonneval der ki; ‘Hırsızlık, murabahacılık ve inhisarcılık gibi suçlar Müslümanlar arasında adeta meçhul cinayetlerdir. Hâsılı ister vicdanî bir akideden, ister ceza korkusundan doğmuş olsun, o kadar dürüstlük gösterirler ki, insan müslümanların dürüstlüklerine hayran kalır.’ Müverrih A. Ubicini: ‘Bu büyük başkentte dükkâncı, herkesçe bilinen namaz saatlerinde dükkânını açık bırakıp gittiği, geceleri evlerin kapıları sıradan bir mandalla kapatıldığı halde senede yalnız dört hırsızlık vakası bile olmaz. Ahalisi sırf Hıristiyanlardan oluşan Galata ile Beyoğlu’nda ise hırsızlık ve cinayet vakaları duyulmayan gün geçmez.’ şeklinde ifade etmektedir.
İslam’da faiz (ribâ) da ayet ve hadislerle haksız kazanç olarak görülmüş ve alma da verme de haram kılınmıştır. Ayetlerde faiz yiyenler, Allah’a savaş açmış olanlar olarak tanımlanırken hadislerde de lanetlenmiştir. Zira faiz toplumsal ekonomide zengini daha zenginleştirirken yoksulu daha yoksullaştıran emeksiz kazançtır.
AİLE DİZİMİNDE GÖRME, KABULLE AYRIŞMA KONUSUNA DAİR DİNİ BAKIŞ;
TÖVBE (DÖNÜŞ VE FARKINDALIK)
Tövbe, Arapça “tevbe“ kelimesinden isim olarak Türkçemize bu şekli ile girmiş bir kelimedir. Kelime manası ile şu anlamları içerir; yaptığı fenalığa pişman olma, dönme, vazgeçme, terketme. Dinimizdeki anlamı ise, günahtan iyi fiillere, isyandan Allah’a itaata, batıldan hakka dönme; günah ve kötü fiiller işlemekten vazgeçme; işlediği günahlardan ötürü pişman olup bir daha yapmamaya söz vermedir. Allah tüm Müslümanları hatalarından dolayı sürekli suçluluk içinde yaşamaya değil tevbeye yani; hatalarının farkındalığına, değişip yenilenmeye çağırmış ve bu amaçla tevbeyi bir sureye isim olarak vermiştir. Zira suçluluk duygusu bireyin sosyal ilişkilerini zedelemekte ve zamanla insanları hasta edebilmektedir. Allah’ın af kapısının kendisine sonuna kadar açık olduğunu bilen kişi, bu sayede hatalarından dolayı başkaları kadar kendisini de affederek bu suçluluk duygusundan kurtulabilir.
27. Tevbe suresinde: “Sonra Allah, bunun ardından yine dilediği kimsenin tövbesini kabul eder. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. “
51. De ki: “Bizim başımıza ancak, Allah’ın bizim için yazdığı şeyler gelir. O bizim yardımcımızdır. Öyleyse mü’minler, yalnız Allah’a güvensinler.”
102. Diğer bir kısmı ise, günahlarını itiraf ettiler. Bunlar salih amelle kötü ameli birbirine karıştırmışlardır. Umulur ki Allah tövbelerini kabul eder. Çünkü Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
104. Onlar, kullarının tövbesini kabul edenin ve sadakaları alanın Allah olduğunu; tövbeyi çok kabul edenin, çok merhametli olanın Allah olduğunu bilmediler mi?
112. Bunlar, tövbe edenler, ibâdet edenler, hamdedenler, oruç tutanlar, rükû’ ve secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın koyduğu sınırları hakkıyla koruyanlardır. Mü’minleri müjdele.
17- Allah’ın (kabulünü) üzerine aldığı tevbe, ancak cehalet nedeniyle kötülük yapanların, sonra hemencecik tevbe edenlerin(kidir) . İşte Allah, böylelerinin tevbelerini kabul eder. Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.
“Ancak tevbe edip de iman eden ve salih ameller işleyen kimseler müstesnadır. Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir.” (Furkan, 70)
“Ey müminler! Hep birden Allah’a tevbe ediniz ki kurtuluşa eresiniz.”[24:31];
“Ey iman edenler! Samimi bir tevbe ile Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter.”[66:8];
“Onlar fena bir şey yaptıklarında veya kendilerine zulmettiklerinde Allah’ı anarlar, günahlarının bağışlanmasını dilerler. Günahları Allah’tan başka bağışlayan kim vardır. Onlar yaptıklarında bile bile direnmezler.”[3:135],
“Hiç şüphesiz Allah hem çok tövbe edenleri, hem de çok temizlenenleri sever.”[2:222]
Nisa Suresi 17-,Tahrim Suresi 8. Ayetleri de ‘Allahın Kabul Edeceğini Buyurduğu Tevbeyi’ niteler:
Allah’ın Resulü (as) konuyla ilgili şöyle buyurur:
“Tövbe eden Allah’ın sevgilisidir, günahlardan tövbe eden, hiç günah işlememiş gibidir.”
“Kulunun töِvbe etmesinden dolayı Allah Teâlâ’nın duyduğu memnuniyet, sizden birinin ıssız çِölde kaybettiği devesini bulduğu zamanki sevincinden çok daha fazladır.” (Buhari, Müslim)
AİLE DİZİMİNDE AF VE KABULLE ÖZGÜRLEŞMEYE DAİR İNANCIMIZDAKİ BENZER YAKLAŞIM:
İSLAMDA ÖZÜR DİLEMEK VE HELALLEŞMEK
Kuran’da bağışlamak (affetmek) ile alakali yaklaşık 105 ayet geçmekte ve Allah kullarını affa ve kardeşliğe davet etmektedir. Buradaki “kardeş” tanımı kıymetlidir zira Yaradan inananları “büyük bir aile” olarak görmektedir:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin”
“Bağışlasınlar, feragat göstersinler. Allah’ın sizi bağışlamasını arzulamaz mısınız? Allah çok bağışlayandır, çok merhametlidir.”(Nur Suresi 22)
“Kim bir nefsi, kısas yahut yeryüzünde fesat çıkarma sebeplerinin biri olmaksızın öldürürse bütün insanları öldürmüş gibidir” (Mâide Sûresi, 32)
Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
(Müslüman kardeşinin özrünü kabul etmemek günahtır.) [Ebu Davud]
(Özrü kabul etmeyen, özür dileyenin günahını yüklenmiş olur.) [İbni Mace]
(Allahü teâlâ, özür dileyenin özrünü kabul eder.) [Ebu Ya’la]
(Affedin ki affedilesiniz!) [İ. Ahmed]
(Kaba davranana nazik olan, zulmedeni affeden, vermeyene ihsan eden, kendinden uzaklaşana yaklaşan, yüksek derecelere kavuşur.) [Bezzar]
(Özür dilemesinde samimi olmasa da din kardeşinizin özrünü kabul edin. Böyle yapmayan Kevser Havuzunun başında yanıma gelemez.) [Hâkim]
(İman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız.)
(Din kardeşini seven, onun evine gitsin ve “Seni Allah için seviyorum” desin!) [İ. Ahmed]
Resûlullah (s.a.v) “Kimin uhdesinde (bir din) kardeşinin nefsine, yahud malına tecavüzden doğan bir hak bulunursa, dinar ve dirhem bulunmayan (kıyamet günü gelmez)den evvel bugün dünyada mazlumdan o hakkı helâl etmesini istesin (yoksa) zâlimin salih ameli bulunursa o amelden zâlimin zulmü miktarınca alınır (da mazluma verilir). Eğer zâlimin hasenâtı bulunmazsa, mazlumun seyyiâtından alınıp, zâlim olana yükletilir” buyurarak helalleşmenin önemi ve kazancı üzerinde durmuştur.
Helalleşmenin dünyada yapılmaması durumunda, âhirette gerçekleşeceğini de yine bir Buhârî rivâyetinden hadisle öğreniyoruz: «Kıyametle mü’minler Cehennem (üzerindeki sırattan) kurtulduktan sonra Cennet ile Cehennem arasındaki (ikinci bir) köprüde durdurulurlar. Burada, dünyada aralarında bulunan (ufak tefek) mezâlimden birbirlerinin hakkını vererek hesaplaşıp, pâklanarak arındıkları zaman bunların Cennete girmelerine izin verilir” (Tecrid-i Sarîh Tercümesi, VII, 353-354, 1085 nolu Hadis).
“Kıyamet gününde bütün haklar sahiplerine verilecektir. Hatta boynuzsuz koyun için boynuzlu koyundan kısas alınacaktır” (Tirmizi, Sifatu’l Kıyâme, I)
Helalleşme ihtiyacı içindeki kimseleri, Allah’ın Resulü “müflis” olarak niteleyip, bunların durumunu şöylece anlatmıştır: “Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât ile gelir. Ama şuna sövmüş, buna iftira etmiş, onun malını yemiş, berikinin kanını akıtmış, ötekiyi dövmüştür de, sevabından bir kısmı şuna, bir kısmı buna verilir. Üzerindeki kul hakları ödenmeden önce hasanâtı tükenirse, onların günahlarından alınıp, buna yüklenir ve sonra cehenneme atılır” (Buhari, Edeb, 102). Konuyla ilgili diğer hadisler:
“Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize arka çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun! Bir Müslümanın diğer kardeşine darılarak üç günden çok uzaklaşması helal değildir.” (Buhari)
“Birbirine dargın iki kimseden, hangisi önce selam verirse, günahları affolunur. Verilen selamı öteki almazsa, bu selamı melekler alır. Selam almayan kimseye de şeytan, sevinerek iltifatta bulunur.” (İbni Ebi Şeybe)
“Allahu Teâla nazarında, bir kulun Allah tarafından yasaklanan büyük günahlardan sonra, beraberinde getirebileceği en büyük günahlardan birisi, kişinin ödenecek karşılık bırakmadan üzerinde kul borcu olduğu halde ölmesidir.”
Helalleşme yoluyla affolunacak olan kul hakkı öylesine önemlidir ki, Allah Resûlü “Şehidlerin kul borcundan başka bütün günahları mağfiret olunur” buyurarak bu gerçeğe işaret eder. Konuyla ilgili anekdotlar:
Asrı saadet döneminde bir kimsenin Resul aleyhisselamdan bir ölçek hurma alacağı vardı. Bu kimse alacağını tahsil etmek üzere geldi. Efendimiz, Ensar’dan bir zata hurmayı ödemesini emretti, o da alacaklının hurmasından daha düşük kaliteli bir hurma ile ödemek istedi fakat kişi kabul etmek istemeyince, Ensarî: “Sen bunu Resûl-i Ekrem’e geri vermek mi istiyorsun?” dedi.O da: “Evet, ona iade ediyorum, çünkü ondan daha adil kimdir?” dedi. Bunu duyan Resûl-i Ekrem’in gözü yaşla doldu. Sonra ashabı kiramdan başka birisine dönüp; “Bunun alacağını sen ver, zira herhangi bir alacaklı borçlusundan razı olarak ayrılırsa, kara ve deniz hayvanları ona dua eder. Buna karşılık ödeme gücü olduğu halde alacaklısını oyalayan kimseye her gün ve gece için Allahü teâlâ günah yazar” buyurdu.
Yine birgün bir bedevinin Resûl-i Ekrem’den alacağı vardı. Gelip alacağını istedi. Hatta, “Hakkımı ver” diye çıkıştı. Eshab-ı kiramdan bazıları o kimseye:“Yazıklar olsun sana, kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dediler. O da:“Ben hakkımı istiyorum” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:“İlişmeyin, hak sahibi ile karşı karşıyasınız” buyurdu. Sonra Havle binti Kays’a:“Eğer yanında hurma varsa bana ödünç ver, bana hurma geldiğinde öderim” diye haber gönderdi ve bu sayede bedeviye olan borcunu ödedi ve “Bunlar, insanların hayırlılarıdır. Kolaylıkla zayıfın hakkını alamayan bir millet, Allah’ın rızasına mazhar olamaz” buyurdu. Konuya dair diğer hadisler:
“Müslüman, Müslüman’ın elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” (Riyâzu’s-Sâlihîn, 211)
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Birbirlerini incitmezler, üzmezler. Bir kimse, din kardeşinin bir işine yardım etse, Allahü teâlâ da onun işini kolaylaştırır. Bir kimse, bir Müslümanın sıkıntısını giderir, onu sevindirirse, kıyâmet gününün en sıkıntılı zamanlarında, Allahü teâlâ onu sıkıntıdan kurtarır. Bir kimse bir Müslümanın aybını, kusurunu örterse, Allahü teâlâ, kıyâmet günü onun ayıplarını, kabahatlerini örter.”
Bilhassa evlat ana-babanın, karı-koca birbirinin duasını almalıdır. Evlilikte de, kul hakkından çekinmelidir. Evlat da bir emanettir. Bütün organlarımız, gözümüz, kulağımız, elimiz, ayağımız hepsi birden bize emanettir. İşimiz de bir emanettir. Bu emanetlerin de hakkını vererek sağlıklı ilişkiler içerisinde ve helal kazanan bir birey olmaya çalışmalıdır.
AİLE DİZİMİNDE SOYAĞACI GERÇEĞİNE DAİR İSLAMDA NESEB KONUSU
KURAN’DA NESEB(SOY) KONUSU :
“Nesebinizi ve ziyaret ettiğiniz akrabalarınızı öğrenin. Çünkü akrabalarla ilişki, aile içinde sevgi, malda bolluk ve ömürde uzunluk oluşturur.” (Ebu Hureyre’den nakille hadis)
Ebu Hureyre (R. A) yine şöyle nakletti: “Bir bedevi, Resulullah (SAV)’e geldi ve karım siyah bir oğlan doğurdu. Ben bunu reddettim.” dedi. Resulullah (SAV) ona: ‘Senin develerin var mı?’ buyurdu. Bedevi: Evet, dedi. Resulullah (SAV): Onların renkleri nasıldır?’ buyurdu. Bedevi: Kırmızıdır dedi. Resulullah (SAV): Onların içinde boz renklisi var mıdır?’ buyurdu. Bedevi: Evet, onların içinde boz renklisi vardır dedi. Resulullah (SAV): O, boz renkler nereden geldi sanıyorsun?’ buyurdu. Bedevi: Ya Resulallah! Bu soyundan birine çekmiştir dedi. Resulullah (SAV): Belki bu çocuk da soyundan birine çekmiştir’ buyurdu.
Resulullah (SAV)başka bir bedeviye de çocuğunu kendisinden nefyetmek isteğinde ona ruhsat vermedi ve dedi: “Kişinin babasından gayrına nisbet etmesi haramdır.” (Ebu Hureyre’den)
“Bir kimse bildiği halde babasının gayrını babam diye iddia ederse, o kimse küfre girmiştir! Herhangi bir kimse de onlardan olmadığı halde bir kavimden olduğunu iddia ederse, o kimse bizden değildir ve cehennemdeki yerine hazırlansın!” Buhari 3310
Nesebi kötülemenin haramlığı konusunda da yine Ebu Hureyre (RA) şöyle bir hadis nakletti: “İnsanlarda iki şey vardır. Onların insanlarda bulunması küfürdür: 1) Nesepte kötüleme yapmak, 2) Ölüye feryatla ağlamak!” Müslim 67/121
Ecdadına kusur bulmak, kıyamet alametlerinden sayılmıştır. Ahir zamanda, sonra gelenlerin eskileri suçlayacaklarını, Peygamber Efendimiz haber vermiştir:
“Sonra gelenler, önceki âlimleri cahillikle suçlar.” [İbni Asakir]
Bazı hadîs-i şeriflerde de soyda üstünlük davasında bulunmakla alakalı olarak şöyle buyrulmaktadır : “Ümmetimin helâk olması üç şeyden ileri gelecektir: 1- Kaderiyye (Fertler, kendi fiillerini kendileri yaratırlar, diyerek Allah’ın takdir ve iradesini kabul etmeyenler.) 2- Unsuriyet, (ırkçılık) dâvası gütmek, 3- Dinî mes’elelerin rivâyetinde titiz davranmamak”
“Her kim kâfir olan ecdadından dokuz tanesinin adlarını sayarak, ululuk ve asalet taslamak kasdiyla, ‘ben filânoğlu filânım’ diyerek onlara mensup olduğunu söylerse, Cehennem’de onların onuncusudur”
“Allah sizden ecdadı ile övünme âdetini kaldırdı. İnsanlar ya mü’min ve müttakîdir yahut fâcir ve bedbahttır.” (Şu veya bu kabileye mensubiyet bu zâtî vasfı gidermez)
“Sizler Hz. Âdem’in oğullarısınız. Âdem ise, topraktandır. Bir kısım insanlar var ki, Cehennem kömüründen başka birşey olmayan adamlarla iftihar ederler, övünürler. İşte bunlar ya bu övünmeden vazgeçerler ya Allah nezdinde pisliği burunlarıyla yuvarlayan gübre böceklerinden daha değersiz olurlar”
Resûl-i Ekrem Efendimizin (S.A.V.) amcası Abbas (R.A.)., halası Safiye ve kızı Hz. Fâtıma’ya hitaben buyurduğu şu hadîs-i şerîf de neseple aşırı övünme bahsini özetler mahiyettedir: “Ben Cenâb-ı Hak’tan gelecek şeyler için sizlere faydalı olamam. Benim amelim benim için, sizin ameliniz de sizin içindir.”
PEYGAMBERLERİN ÖZEL BİR SOYDAN GELİŞİ
Kuran’da başta Hz. Muhammed(Sav) olmak üzere tüm peygamberlerin özel ve temiz bir soydan geldiği özellikle işaret edilmiş ve buna ilişkin pek çok ayet yer almıştır. Bu işaret aynı zamanda soyun önemine dair de bir vurgudur.
6:84 – Biz ona İshak’ı ve Yakub’u da hediye ettik: Hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh’a ve onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle karşılık veririz.
6:87 – Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da (üstün kıldık). Onları seçtik ve doğru yola ilettik.
19:58 – İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, Âdem’in soyundan ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail’in soyundan, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir. Kendilerine Rahmân (olan Allah)ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı.
29:27 – O’na İshak ve Yakub’u bağışladık. Peygamberliği ve kitapları, onun soyundan gelenlere verdik. Onu dünyada mükafatlandırdık. Şüphesiz o, ahirette de salihler (zümresin)dendir.
32:8 – Sonra da onun soyunu süzülmüş bir özden yaratmıştır.
36:41 – Onlar için bir delil de bizim, onların neslini dolu bir gemide taşımamızdır.
37:77 – Hem onun neslini bâki kalanlar kıldık.
37:113 – Hem ona hem İshak’a bereketler verdik. Her ikisinin neslinden de hem iyilik yapanlar var, hem de açıkça kendi nefsine zulmedenler var.
57:26 – Andolsun, Nuh’u ve İbrahim’i elçi gönderdik, peygamberliği ve kitabı bunların zürriyetleri arasına koyduk. Onlardan yola gelen de vardı ama onlardan çoğu yoldan çıkmışlardı. Tarihten bugüne baktığımızda da Peygamber Efendimiz (sav)’in kızı Hz. Fatma (ra)’dan olan torunu Hz. Hasan (ra) soyundan gelen kişilere İslam kültüründe “şerif” adı verildiği gibi diğer torunu olan Hz. Hüseyin (ra)’ın soyundan olan şahıslar da “seyyid” olarak adlandırılmaktadır. Arapça olan seyyid kelimesi Türkçe’de ‘efendi, bey, ileri gelen baş, reis’ gibi anlamlara gelmektedir. Seyyidler, bazı İslam coğrafyalarında habib, emir ya da mir olarak da adlandırılmaktadır. Müslümanlar tarih boyunca Seyyidlere daima büyük bir sevgi ve saygıyla yaklaşmışlardır. Tarihteki her İslam devletinde, seyyidler zümresinin işleriyle ilgilenen özel bir kurumun bulunmuş olması ve bu müessesenin başında bulunan kimsenin (Nakîbul-Eşrâf ) de makamca en yüksek olan kişilerden biri olarak değerlendirilmesi, bu temiz soya saygının daha sonra da özenle korunmaya çalışıldığını göstermektedir.
Hz. Muhammed (sav), tüm Müslüman âleminin şevk ve heyecanla beklediği, Ahir Zaman’da zuhur edecek olan Hz. Mehdi (as)’ın da kendi soyundan olacağını şöyle müjdelemiştir:
“Biz, Abdulmuttalib’in çocukları cennet ehlinin seyyidleriyiz. Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Hz. Mehdi”
AİLE DİZİMİNDE ATALAR GERÇEĞİNE İLİŞKİN DİNİ BAKIŞ:
KURANDA ATALAR BAHSİ:
Kuran’da atalarla ilgili 45 ayet geçmektedir. Bu ayetlerin çoğunda ataların yaptığı yanlışları sürdürmenin doğru olmayacağı, değişimin, yenileşmenin gerekli olduğu durumda onlara tâbî olmamak, kendi seçimleriyle yol almak gerektiği uyarısı yapılmıştır.
2:170 – | Onlara: “Allah’ın indirdiğine uyun.” dendiği vakit de: “Yok, atalarımızı neyin üzerinde bulduysak ona uyarız.” dediler. Ya ataları bir şeye akıl erdiremez ve doğruyu seçemez idiyseler de mi onlara uyacaklar? |
Aşağıdaki atalarla ilgili ayetler de onların yaptığı iyi işleri sürdürme, onları örnek alma konusundadır:
2:133 – | Yoksa siz de olaya şahit mi oldunuz; Yakub’a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına; “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” dediği zaman, oğulları; “Senin Allah’ına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın Allah’ına, tek olan o Allah’a ibadet edeceğiz. Biz ancak O’na boyun eğen müslümanlarız.” dediler. |
2:200 – | Nihayet hac ibadetlerinizi bitirdiğiniz zaman, önceleri babalarınızı andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Allah’ı anın. İnsanlardan kimisi: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada ver!” der. Onlar için ahirette hiçbir kısmet yoktur. |
11:109 – O halde sakın şunların ibadet edişlerinden şüpheye düşme. Daha önce ataları nasıl ibadet ediyor idiyseler bunlar da öyle ibadet ediyorlar. Biz de kendilerine nasiplerini elbette eksiksiz olarak öderiz.
12:6 – | “Ve işte böyle, Rabbin seni seçecek ve sana rüya tabirinden bilgiler öğretecek. Bundan önce ataların İbrahim’e ve İshak’a tamamladığı gibi, nimetini hem sana, hem de Yakup soyuna tamamlayacaktır.” |
12:38 – “Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a hiçbir şeyi ortak tutmamız olmaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lutfudur. Fakat insanların çoğu şükretmezler.”
Atalar konusuna baktığımızda bireyin kendi soyunun yaşamlarından sorumlu olduğuna veya etkilendiğine dair ayetlerde bir bilgi görememekteyiz. Ancak “Dede erik çalmış torununun dişi kamaşmış” atasözümüzle bağdaşan Velilerden Şeyh Vefa Hz.nin gelininin hamileliğinde izinsiz olarak ve iğne batırarak limon yemesi sonucu doğan torununun da aynı şekilde limon yeme çabasına dair kıssa Velinin hayatına dair bilgiler içinde geçer. Nitekim Anadolu’da buna benzer nitelikteki hikayelere sıkça rastlanır.
Dinimizde konuyla ilgili genel olarak ölülere hürmet, bir vefa duygusunun, ana-baba ve atalara… saygının bir göstergesi olarak addedilmiştir. İnsanoğlunun kendi soyundan gelen kimselere doğuştan ve doğal olarak duyduğu saygı ve sevgi, İslami dönemden önce sahip olduğu hasletlerden (insanın yaratılışından gelen özelliklerden) birisidir. İslam dininin çıkışından önce de atalarımız ölenleri için mezar, mezar taşı, türbe yaptırmış ve onların hatıralarını yaşatmaya ve yeni kuşaklara aktarmaya çalışmışlardır. Ölenlerin özlü ve örnek sözlerini “atasözü” diye adlandırmış, onlardan kalan eşyaları da ata yadigârı olarak saklamış ve çocuklarına büyüme çağında ” 7 dedeni say” şeklinde öğütlerde bulunmuşlardır. Kısacası Türk toplumunda İslam’dan önce de, sonra da atalara ve mezarlara saygı vardır ve ölenler hayırla anılır. Bu saygıya kültür tarihçilerimiz “Atalar kültü” demişlerdir. Belli yıl dönümlerde, arife günlerinde ve bayramlarda yapılan mezar ziyaretleri geçmişi hatırlamak, ölenlere dua etmek amaçlıdır. Onlara şükran duygularını arz etmek yaşayanlara ve gençlere güç ve rahatlama verir. Akrabalık ve merhamet duygularını kuvvetlendirir. Yıllar öncesinde “Mezarlarımız Tarihimizdir” diye ifade edilirken; mezar yapımı ve ziyaretinin, önceki kuşaklara vefa duygusunun, ata ve babalara bağlılığın, bulunduğu toprağı vatan yapmanın ve dolayısıyla vatana bağlılığın göstergesi olarak anlatılmaya çalışılmıştır.
AİLE DİZİMİNE GÖRE İYİLEŞMENİN BÜTÜN SİSTEMİ ETKİLEMESİ IŞIĞINDA YENİ NESLE DAİR DİNİ ÇAĞRILAR:
KURAN’DA “GELECEK NESLİN” ÖNEMİ
Kuran başta Peygamberler’in olmak üzere kendi soyundan gelecek olanların hayırlı bir nesil olmasını dua ile temenni ettiğini aktarırken bu örneklikle tüm insanlığı da aynı çağrıda bulunmaya teşvik etmiştir ki; gelecek neslin önemine işaret eden çok sayıda ayetin olduğu dikkat çekicidir:
2:124 – Şunu da unutmayın ki, bir zamanlar İbrahim’i Rabbi, birtakım kelimeler ile imtihan etti, o, onları sona erdirince, Rabbi ona, “Ben seni bütün insanlara imam yapacağım.” buyurdu. İbrahim, “Zürriyetimden de yap!” dedi. Rabbi ona “zâlimler benim ahdime nail olamaz!” buyurdu.
2:128 – Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen müslüman bir ümmet meydana getir ve bize ibadetimizin yollarını göster, tevbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.
3:36 – Onu doğurunca -Allah onun ne doğurduğunu bilip dururken- şöyle dedi: “Rabbim, onu kız doğurdum; erkek, kız gibi değildir. Ona Meryem adını verdim. Onu ve soyunu koğulmuş şeytanın şerrinden sana ısmarlıyorum”.
3:38 – Orada Zekeriyya, Rabbine dua etti: “Rabbim! Bana katından hayırlı bir nesil ver. Şüphesiz sen, duayı hakkıyla işitensin” dedi.
14:40 – “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazını dosdoğru kılanlardan eyle! Ey Rabbimiz, duamızı kabul et!
25:74 – Ve onlar ki: “Ey Rabbimiz! Bize gözümüzü aydınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takva sahiplerine önder kıl” derler.
46:15 – “Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de salih kimseler kıl. Doğrusu ben tevbe edip sana yöneldim. Ve ben gerçekten müslümanlardanım.”
52:21 – İman edip zürriyetleri de iman ile kendilerine tâbi olanlar (yok mu?); işte biz, onların nesillerini de kendilerine kattık. Kendilerinin amellerinden bir şey de eksiltmedik. Herkes kendi kazandığına bağlıdır.
AİLE DİZİMİNDE OLUMSUZ SONUÇLARI GÖRÜLEN KÜRTAJA DİNİ BAKIŞ VE DEĞERLENDİRME:
İSLAMDA KÜRTAJ BAHSİ
Gerek İslam’da gerekse de Yahudilikte ve Hıristiyanlıkta çocuk düşürme büyük günah sayılıp yasaklanmıştır. Kuran çocuk düşürme ile ilgili özel bir hükme yer vermemekle birlikte, Hz. Peygamber (sav) zamanında meydana gelen kasten çocuk düşürme olaylarını tıbbî ve dinî bir zaruret bulunmadıkça anne-babanın rızasıyla yapılmış olsa bile, cinayet (suç) olarak adlandırıp haram saymıştır. Hâmile bir kadın, kocasından habersiz çocuğunu aldırır veya bilerek düşürürse İslam fıkhına göre, gurre denilen bir ceza ödemesi gerekir. Şayet dört aylık çocuğunu aldırmışsa cezalandırılır. Kuran-ı Kerim, ceninin yaratılış evrelerinden Müminûn Sûresi 12-14. ayetlerinde bahsetmekle beraber, bu evrelerin ruhun üflenişi ile bir ilgisinin olup olmadığının açıklamasını yapmamaktadır. Hz. Muhammed (sav), bir hadisinde cenine 120. günden sonra ruh üfleneceğinden bahsettiği hadislere karşın ilk kırk günden sonra olduğuna işaret eden hadisler de bulunmaktadır. Ancak bugünkü bilimsel bilgilerin ışığında, canlılık bakımından ceninin 120. günün evveliyle sonrası arasında bir farklılık göstermediği ortaya çıkmaktadır. Yani, gebeliğin ilk üç ay içinde sonlandırılması da cinayettir. Nitekim İslâm hukukçularının çoğunluğu, cenin hangi safhada olursa olsun, düşürülmesini caiz görmezler. Sadece bazı islam hukukçuları; kürtajın caiz olması için şu iki şartın birlikte bulunmasını gerekli görmüşlerdir; annenin veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olan bir özür olacak veya İslâm terbiyesi ile yetiştirememe korkusu olacak diğer husus da çocuk anne karnında 120. günden küçük olacak. Kadın hasta olup, doktorlar tarafından hamileliği sebebiyle hastalığının artacağını ya da olmayan bir hastalık ortaya çıkacağının söylenmesi halinde de kürtaj caiz görülmüştür. Ceninin annesinin karnında kalması, ölümüne sebep teşkil edeceğine dair güvenilir uzman doktorlardan bir heyetin kararı bulunmadıkça ve hamileliğin dört ayını tamamlamasından sonra cenini düşürmek helal olamaz; doktorların bu kararının uygulanabilmesi için ayrıca ceninin hayatını kurtarmak için gerekli bütün yolların da denenmiş olması gerekir. Sakat doğacak diye çocuğu aldırmak da, doğduktan sonra sakat diye çocuğu öldürmek gibi cinayet olur. Ayetlerde buyrulur:
(Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin.) [Enam 151]
(Allahü teâlânın rızık vermediği, yeryüzünde bir mahluk yoktur.) [Hud 6]
Mümtehine sûresinde (60/12) Hz. Peygamber’den(s.a.v.), kadınlardan bazı suçlar, günahlar ve cinayetler konusunda -bunları yapmamak üzere- yemin ettirmesi istenmektedir ki; bu günahlar ve cinayetler arasında “çocuklarını öldürmek” de vardır. Bu âyetteki çocuklara “cenîn” de dahildir.
Veled-i zina diye tanımlanan çocukların da aynı şekilde yaşam haklarının olduğunu vurgulamak gerekir.
(Veled-i zina, babasının günahını çekmez.)(Hadis) [Hâkim]
Konuyla ilgili ayette de buyrulur ki; (Bir kimse, diğer kimsenin günahını çekmez.) [Necm 38]
AİLE DİZİMİNDE DÜŞÜK VE ÖLÜ DOĞANIN ANILMASI GERÇEĞİNE DİNİ BAKIŞ:
İSLAMDA DÜŞÜK YAPMA VE ÖLÜ DOĞUMLAR
Dinimizde düşük yapma ve ölü doğum kürtajdan farklı bir bakışla değerlendirilmiştir. Çünkü kürtaj bilinçli ve planlı bir karar sonucudur. Hadis-i şeriflerde buyruldu ki:
(Allah’a yemin olsun ki, düşük çocuk, ahirette annesini göbek bağından tutup cennete çekecektir, yeter ki annesi düşük sebebiyle sevap kazanacağına inanıp sabretsin.)
(Hiçbir Müslüman yoktur ki, büluğa ermemiş bir çocuğu ölsün de, Allahü teâlâ, bol rahmeti sebebiyle, onu Cennete koymasın.) [Buhari, Nesai)
(Allah’a yemin ederim ki, bir çocuk doğup hemen ölse, annesi sabredip sevabını Allahü teâlâdan beklerse, annesini Cennete götürür.) [Taberani]
(Alan da, veren de Allahü teâlâdır. Çocuğu ölen o kadına taziyede bulunun. Sabretsin, ecrini görecektir.) [Müslim]
(Çocuğu ölen kimseyi teselli edene Cennet hırkası verilir. Musibete uğrayanı teselli eden, onun sevabı kadar sevap kazanır.) [Tirmizi]
Kürtaj da – zaruri bir nedenle ise- düşük çocuk hükmündedir. Çocuğun azası belli ise kadın lohusa sayılır. Dört aydan önce (ruhun üflenişinden önce) düşük olması durumunda bebek yıkanmaz, namazı kılınmaz. Bir beze sarılır ve defnedilir. Fakat dört ay ve sonrasında düşük olması durumunda iki farklı görüş vardır; eğer çocuk canlı doğmuşsa hem yıkanır hem de cenaze namazı kılınır. Bu görüşte olanlar şu hadisi delil getirmişlerdir: “Eğer çocuk doğduğu zaman ağlar (yani bir canlılık alameti gösterir) de sonra ölürse onun namazı kılınır ve ona varis olunur.” Fakat doğarken herhangi bir canlılık alameti görülmemişse (ölü doğum) Hanefiler, İmam Malik, el-Evzâî ve Hasan-ı Basrî’ye göre bu bebeğe isim konulabilir, cenazesi yıkanır, kefenlenir ama namazı kılınmaz. Buradan da anlaşıldığı gibi gerek düşük çocuk gerekse de ölü doğmuş çocuğun hakları vardır ve gereken yasla, saygıyla uğurlanıp anılmalıdır. Burada evladını kaybetme, düşük ve ölü bir doğum sonrası ebeveynden beklenense hadislerde kaydedildiği gibi bu acıyı sabırla( aşırı yas tutup isyan etmeden) taşıyabilmektir.
AİLE DİZİMİNDE YAS KONUSUNUN ÖNEMİ BAĞLAMINDA İSLAMDA YAS KONUSA BAKIŞ:
ÖLÜYE FAZLA YAS TUTMAK
Ölüye ağlamak âdeti, eskiden beri câhil insanlar arasında revaç bulmuş, yaygın hale gelmiş bir âdettir. Meselâ eski Mısır’da tarihî kayıtlara göre eşraftan biri öldüğü zaman, birçok kadın ve erkek, üstlerine başlarına yas alâmetleri sürerek, bağıra çağıra sokaklarda geziyorlarmış. Eski Türklerde ise bu ağlama merasimlerinde yüzlerini yaralayanlar ve hatta kulaklarını kesenler görülmüştür. Câhiliye devri Arapları arasında da ölümünden sonra kendisi için benzer şekilde ağlanmasını vasiyet edenler olmuştur. 1655-1656 Türkiye’sini anlatan bir yabancı, bir cenaze vukuunda kadınların cenaze evinde toplanarak, ağıt düzüp günlerce bağıra çağıra ağladıklarını yazmaktadır. O günden bugüne bu çeşit ağıt yakma ve ağlama şekli çok yaygın olduğu için, İslâm’ın bu konudaki hükmü burada zikredilmelidir.
Ölüm büyük bir hadisedir. Bu hadise sebebiyle insanın hüzünlenmesi, kederli bir hal alması normaldir. Hatta bu hüzün ve kederini açığa vurup sessizce ağlaması ve gözyaşı dökmesinde bir sakınca yoktur. Nitekim Peygamber Efendimiz (Sav) de, oğlu İbrahim’in, kızının ve torununun vefatlarında ve ashaptan Sad’ b. Ubâde’nin hastalığında bizzat gözlerinden yaşlar akıtarak ağlamış, kendisine ağlamayı yasaklamış olduğu hatırlatılınca, bunun yasak olan ağlama şekli olmayıp, gözyaşı dökmekle Allah’ın azap etmeyeceğini, ancak mübarek diline işaret edip onunla azap edeceğini belirtmiş ve: “Muhakkak ki ölü, ehlinin üzerine bağırıp çağırmalarıyla azap duyar.” buyurmuşlardır. Zira sessizce gözyaşı dökmek ve kalben mahzun olmak, ağlamaktan ziyade bir şefkat ve acımadır ki, Allah Teâlâ, şefkatli ve merhametli olanları sever. Resûlullah (Sav) musibet anında sesini yükseltenlerden, saçını traş ettirenlerden ve üstünü başını yırtanlardan uzak olduğunu da belirtmiştir. Ölüye fazlaca yas tutmak ile ilgili diğer hadisler:
- (Fazlaca ) yas tutan, ölmeden tevbe etmezse, kıyamette şiddetli azap görür. [Müslim]
- Ölü için ( fazla) yas tutmak insanı küfre sürükler. [Müslim]
- Allah’a ve ahiret gününe iman eden kadına, kocasından başkası için üç günden fazla yas tutması helal olmaz. Lakin kadın, kocasının ölümü üzerine dört ay on gün( iddet dönemi) yas tutar.”
- Çığlık atarak ölü için ağlayan kadına, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti olsun. [Taberani]
- Felakete uğrayınca, saçlarını yolan, elbisesini yırtan yüksek sesle bağırıp ağlayan bizden değildir. [Nesai]
- Ölü için sessiz ağlamak caizdir. Zira müminin ölümüne gökler ağlar. (Şerh-us-sudûr)
AİLE DİZİMİNDE SAKLI SEVGİYİ ARAYIŞ GERÇEĞİNE PARALEL İSLAMDA GÜZEL AHLAK BAHSİ:
KURAN’DA HUZURLU VE SAĞLIKLI BİR YAŞAM İÇİN ÖNERİLEN GÜZEL HASLETLER
Dinimize göre insandaki tüm duyguları, tüm rahmanî ve nefsanî hasletleri barındıran yer olan kalp, aynı zamanda aklın da merkezidir. Bu nedenle Kuran kalbiyle akledebilmeye çağrıda bulunur ve imansız kalpleri, perdeli, kilitli,kör, katı, hastalıklı ve mühürlü gibi ifadelerle tanımlamıştır ki; kalple ilgili104 ayet bulunmaktadır.
22:46 – | Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı, olanların akledecek kalbleri, işitecek kulakları olsun. Gerçek şudur ki, gözler kör olmaz, fakat asıl göğüslerin içindeki kalpler kör olur. |
“Şüphesiz ki bedende bir parça vardır; o düzgün olursa bedenin tamamı düzgün olur, bozuk olursa bedenin tamamı bozuk olur. Dikkat ediniz ki; o kalptir.” (Hadis)
Yukarıdaki hadiste, bedendeki işleyişi bozup hasta edenin, hastalıklı duygu ve düşünceler olduğu anlatılmak istenmektedir. Tasavvufta ise sufiler tamamen kalbin terbiyesi yani insanın güzel ahlaklı olabilmesi için uğraş verirler. Mevlana’ya göre Mevlâ’nın cemâlini görmeyi dileyenin gönlüne nazar kılması gerekir ki; bir hadisi kutsi’de “Yere, göğe sığmadım, mümin kulumun kalbine sığdım.” buyrulmuştur. Bu nedenle inançlarımıza göre Kâbe’ye ve müminin yüzüne bakmak ibadettir. Kâbe’nin mimarı İbrahim aleyhisselam, kalbin ise Allahü teâlâ olduğundan müminin kalbi, Kâbe’den daha kıymetli olup müminin kalbini kırmak, Kâbe’yi yıkmaktan daha büyük günah sayılmıştır.
Kuran güzel ahlaklı bir kişilik için bazı ayetleriyle şu şekilde çağrıda bulunur:
İsra 37: Kibirli olma, alçakgönüllü davran. Müddesir 1-5: Kendini fazla yüksek görme.
Tekvir 25-27: Her şeyin üstesinden gelemeyeceğini unutma. ( Had sınırını çiz) Bakara 156: Çaresizlik tuzağına düşme. Beled 5-6: Her şeye hakim olmak için uğraşıp hayatı yaşanmaz hale çevirme.(Konrtolcülüğü, mükemmeliyetçiliği bırak) Hucurat 10: Büyüklük kompleksine kapılıp, insanları ezerek kendinden uzaklaştırma. Muhammed 7: İyiliği karşılıksız yap. (Sevgide beklentisiz ve veren ol) Rum 21: Tek başına mutlu olunamayacağını bil. Vakıa 83-87: Ölümden korkmak yerine, ölüm gerçeğiyle yüzleş. (Ölüm anksiyetesiyle başaçık))Bakara 263: Yaptığın iyilikleri anlatma unut. Furkan 63: Kötülüğün karşılığını vermek yerine öfkenin dinmesini bekle. (Duygularının yönetmeni ol) İnşirah 1-3: İhtirasını dizginle. Maun 4-5: Söyleyeceklerini iyi tart. (Sağlıklı iletişim kur) Mücadele 7: Sırların Allah için sır olamayacağı ve onların açığa çıkarılacağını unutma. Rahman 7-9: Adil davran.(Hakkı yerine koy) Tekasür 1-2: Hep daha fazlasını isteyerek hayatını zehir etme. Tevbe 40: En zor zamanda bile kesinlikle ümitsizliğe kapılma. Fatır 19-22: Senden iyi durumda olanlara bakıp üzüleceğine, senden zor durumda olanları görüp rahatla. (Şükran duygusuyla yaşa)Fecr 27-28: En sevdiğin şeyleri, başkalarıyla paylaşmanın keyfine var. Hakka 33-35: Hayatının vazgeçilmezleri olsun. Haşr 10: Güvenmek istiyorsan, önce sen güvenilir ol. (Değişim içeriden dışarıyadır) Kalem 1-2: Gücünü insanların yararına kullan. (Temiz niyetli ol) Münafıkun 4: Bencil olma, tebrik etmeyi bil. Saff 2: Yalandan uzak dur. Yusuf 32-33:Çarpık kadın-erkek ilişkilerinin, hayatını esir almasına izin verme. (Zihindeki ilişki modeli yenilenebilir.) Ankebut 41: İyi bir dostun, paha biçilmez olduğunu aklından çıkarma. Al-i İmran 92: Vermek almaktan daha büyük bir ihtiyaçtır. En’am 50: Önyargısız ol. En’am 60: Bildiklerinle açıklayamadığın şeyler, hayatının kâbusu olmasın. Felak 1-5: Allah’a sığınarak korkuların tutsağı olarak yaşamaktan vazgeç.(Korkularla yaşamayı başar) Hacc 46: Kendini, hep daha iyiye ulaşmak zorunda olduğuna koşullama. İbrahim 42: Merhametli ol. Nisa 149: Kendini sürekli övme. Yunus 12: Vazgeçilmez olmadığını kabullen. Muhammed 47-51: Allah’a karşı dürüst ol Enfal 56- Ahzap 33-35: Sözünüzde durmamanın utanç verici olduğunu aklından çıkarma. (İçi ve dışı ile bütün ol.) Tevbe 9-119: Özü, sözü bir olan yolarkadaşları, önderler edin. Furkan 43: Heveslerini kendine ilah edinme ( Hiçbir şeyin bağımlısı olma)Necm 3: İnanma duygunu diri tut. Nisa 58: Karar verirken yüreğinin sesini duy.( Yüreğini aç, rehber edin) Rad 28: Kalbin sukunet ve huzura ermesinin ancak Allah’ı zikretmekle mümkün olabileceğini bil. (Yavaşlayıp durabilmenin yöntemi)
KURAN’DA SEVGİ KAVRAMI Konuyla ilgili 19 ayet bulunmaktadır. Dinimiz sevgide öncelik sırasını Allah ve Resul’üne vererek sevgileri yerine koymaya davet etmiştir. Bu ayetler “verebilen” bireylere işaret eder ki; bu kimseleri Allah toplumda sevdireceğini ve saygın kılacağını vaat etmiştir. | |
2:165 – | İnsanlardan kimi de Allah’tan başka şeyleri O’na eş tutuyorlar da onları, Allah’ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah’a ait olduğunu ve Allah’ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı. |
58:22 – | Allah’a ve ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri, yahut akrabaları da olsa Allah’a ve Resulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini görmezsiniz. Onlar o kimselerdir ki Allah kalplerine iman yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacak, orada ebedî kalacaklardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar Allah’ın hizbi (dininin yardımcıları)dir. İyi bil ki, kurtuluşa ulaşacak olanlar, Allah’ın hizbidir. |
2:177 – | Yüzlerinizi bazen doğu, bazen batı tarafına çevirmeniz erginlik değildir. Fakat eren o kimselerdir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mal verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Bir de anlaştıkları zaman sözlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık durumlarında ve harbin şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterenler var ya, işte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır. |
42:23 – | İşte Allah iman edip salih amel işleyen kullarını bununla müjdeler. Ey Muhammed! De ki: “Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalıkta sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.” Her kim bir iyilik yaparsa biz onun iyiliğini artırırız. Şüphesiz ki Allah çok bağışlayıcıdır, şükrün karşılığını verir. |
19:96 – | İman edip, salih amel işleyenler var ya, Rahmân (olan Allah) onları (gönüllere) sevdirecektir. |
30:21 – | Yine O’nun âyetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır. |
Konuyla ilgili hadislerde de;
“Allah’ım, Seni sevmeyi ve Seni seveni sevmeyi ve Senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasip et ve Senin sevgini bana kendimden, âilemden ve (sıcak ve harâretli günde) soğuk sudan bana daha sevimli kıl.”
“Bir kişi, beni anne ve babasından daha fazla sevmedikçe iman etmiş olmaz.”
“Kişi sevdiği ile beraberdir.”
“Kişi, dostunun dini üzeredir. İnsan kiminle dostluk kurduğuna dikkat etsin!”
“Allah’a yemin ederim ki, iman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” “Sizden biriniz kendisi için sevip arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe (gerçek anlamda) iman etmiş olmaz.”
“Allah bir kulunu sevdi mi onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olur. Bu kul Allah’tan bir şey dilese dileği kabul edilir. Allah’a sığındığında da Allah onu korur.”
Çölde yaşayan bedevîlerden bir grup Resûlullah (s.a.v.)’ın huzuruna geldiler ve “Siz çocuklarınızı öpüyor musunuz?” diye sordular. Peygamberimiz: “Evet” buyurdu. Onlar: “Fakat biz, onları öpmüyoruz” dediler. Resûlullah (s.a.s.): “Allah sizin kalplerinizden merhamet duygusunu çıkarıp almışsa, ben ne yapabilirim ki!” buyurdu.
“Kalbinin yumuşamasını istiyorsan, yoksulu doyur ve yetimin başını okşa”
Başka bir hadis de sevgide denge, alma-verme konusunda düzeni öngörmektedir:
“Sevdiğini ölçülü sev; bir gün düşmanın olabilir. Sevmediğine de ölçülü buğz et; bir gün dostun olabilir.”
SONUÇ AİLE DİZİMİ KURAMINDAKİ YAKLAŞIMLARIN DİNİMİZDEKİ YERİ: Buraya kadar olan bilgilerin ışığında aile dizimindeki bilgileri kıyasladığımızda birçok örtüşen nokta olduğunu görmekteyiz. Kısaca değerlendirmelerim: Dinimizde her hastalığın bir şifası olduğu ve hastalık ile musibetin kişinin kendi eylemleri sonucu olduğu, hasta olduğunda ümitvar olup şifasını sabırla aramaya çalıştığında (Hastalığına sürekli ağlayıp sızlanmadan veya onunla öfkeyle mücadeleye girmeden) günahlarından arınarak kazanç içinde olacağı bildirilmiştir. Hastalığını kabul etmeyip buna isyan eden kişi ise Allah’a karşı gelmiş sayılmaktadır. İnançlarımızda hastalıklarla ilgili kaygıların fertleri hasta ettiği oysa kendi fiziki ve ruhsal sağlığını korumanın kişinin en önemli vazifesi olduğu da açıkça kaydedilmiştir. Dizimlerde de hastalıkların kişinin yaşamına nasıl dahil olduğu ve görülmesi gerekeni görüp sebatla yeni bir bakış açısı geliştirildiğinde veya yeni bir eylemde bulunulduğunda nasıl uzaklaştığını kanserin dahi iyileşebildiğini, hastalıkla mücadeleye girildiğinde veya yok sayıldığında gücünü arttırdığını bilmekteyiz. İnançlarımız bize şifa verenin ısrarla Allah olduğunu hatırlatırken tıpkı Sistem Dizimlerinin öngördüğü gibi aslında doktor veya terapistin sadece bir aracı olabileceğine işaret etmekte ve bu konuda had sınırını çizmektedir. Tezimde anne ve ardından baba hakkına ilişkin bilginin yoğunluğu ile onları razı etmenin Allah’ı razı etmekle, onları öfkelendirmenin Allah’ı öfkelendirmekle eş değer görülmesi, dizim çalışmalarında en çok anne ve anne soyundaki sorunlar ile anneye olan bağlanma, onunla ayrışma sorununun ve çekirdek aileden bugünümüze yansıyan problemlerin neden bu kadar etki gücünün olduğunu adeta aynalar nitelikte oldu. Dinimizde anne babaya öfke yerine merhametle bakmak, onlara şükran duygusu içinde olmak emrine karşın dizimlerden de ebeveyne olan öfkenin bugünkü yaşamımıza dokunan olumsuz etkilerini, onlara “teşekkür“ edebildiğimizdeyse aynı resmin nasıl değişebildiğini bilmekteyiz. Yine danışanlara baktığımızda çoğunun ebeveynlerinin yeterli sevgi verememesinden yakındığında kendilerini nasıl hasta, yalnız, mutsuz kıldıklarına şahit olmaktayız. Buna karşın inançlarımız da tıpkı sistem dizimlerinin öngördüğü gibi “şefkatsiz ebeveyn olamayacağını” bildirerek onları kucaklamaya yöneltmekte, zulmetseler dahi oldukları haliyle kabule teşvik etmektedir. Ayrıca hadisler net olarak ebeveyne yönelik isyanın cezasının dünyada iken verileceğini ebeveyn, akraba ve eşlerine husumet edenlerin rızkının kesileceğini haber vermiştir. Dizimlerde bu bedeller; hastalıklar, işten atılma, iflas, boşanma vb. şekilde karşımıza çıkmaktadır. Sonuçta inançlarımızda nasıl bir evlat olabilirsek öyle bir evladı karşımızda göreceğimiz aktarılırken yine terapilerde sıklıkla çocuklarımızda nasıl kendi hatalarımızı gördüğümüze ve nasıl eleştirdiğimiz ebeveynimize giderek benzediğimize şahitlik etmekteyiz. Ebeveyn kayıplarına dair yasla ilgili bir hadiste, “bir çocuk için onları kaybetmekten daha ağır bir şey olabilir mi?” diye sorulurken bu acının açabileceği derin yaralara ve bunu sürdürmenin de çocuklukta takılı kalmaya işaret ettiği söylenebilir. Esasen dinimiz çok sayıda ayet ve hadislerle yetim hakkı(anne veya babası olmayan) üzerinde ısrarla dururken, bu acıyla başa çıkmak zorunda olan bir çocuğun ileride yaralarını sararak var olabilmesi amacını taşımaktadır. Bu konuda Sistem Dizimleri de ebeveyni erken kaybetmenin ayrılık travması, erken dönem kesintisi, bağlanma problemleri gibi sonuçlar doğurabileceğini, ebeveyni de olsa yası sürdürmenin çocuk bilincinde takılı kalmaya neden olacağını ve sadece çocuk bilincinde olanların hasta olabileceğini beyan etmektedir. Hak penceresinde akrabalarımız yani büyük ailemizin de hak ve hukuku özellikle ayetlerle hatırlatılmış, akrabası tarafından dışlansa dahi inanan kişiye ziyaret önerilmiş ve dargınlık yahut dışlanmışlık uygun görülmemiştir. İnançlarımızda yaşlı ve engelli fertlerin hatta komşuların dahi akraba olsun olmasın hakları önemle koruma altına alınmıştır. Esasen inançlarımız “tüm inananları kardeş “olarak niteleyip büyük ve bütün bir aile olarak görmüş ve din kardeşliğine ilişkin hakları ayrıca zikrederek burada da dışlanmışlığa ve dargınlığa izin vermemiştir.Zaten Kuran’da engelli tanımı da Allah’ı ve emirlerini görmeyen ve duymayan kişiler için kullanılmış olup dinimiz bedensel özürlü kişileri diğer fertlerden ayıran -bazı ibadetlerde tanınan kolaylıklar dışında- hiçbir tanım ve kavramla nitelememiş, tanımsal bir ayrımcılıktan dahi uzak durmuş hatta onları incitebilecek bir bakışa dahi müsaade etmemiştir. Sistem dizimleri çalışmalarına baktığımızda ise herhangi bir nedenle dışlanmış olanın sistemde ağır yaralar açabildiğini ve görülünceye dek bu yaraların kanamaya devam ettiğini müşahede etmekteyiz. Kadın haklarıyla ilgili de ayet ve hadisleri incelediğimizde; kadın ve erkeğin yalnız takva(Allah’a olan yakınlık) konusunda birbirinden üstün sayılabileceğini anlamaktayız. Zaten İslam’ın gerek anneye gerekse de kız evlada verdiği değer, kadına verdiği değeri göstermektedir. Ancak bazı yöresel anlayışlarda erkek çocuk beklentisi içinde bulunmak kadınlara olduğu kadar topluma da zarar vermektedir. Zaten terapilerde de tanıklık etmekteyiz ki;çok sayıda bayan danışanda özellikle anne soyundan gelen dişi kimliğinin reddiyle toplumda erkekleşen bir kadın modeli; koşan, güçlü, kontrolcü, sınırsız veren, yöneten ve yorgun haliyle ortaya çıkmakta ve erkeğe ihtiyaç duymayıp küçümsediğinden uzun süreli ilişkiler de kuramamaktadır. İnançlarımızda hak yeme, beddua alma ve haram lokmaya uzanmanın bireylerin dünya ve ahiret yaşamına nasıl olumsuz etki ettiği, kötülüğü işleyenin sonunda kendisine döneceği, mazlumun hakkının Allah tarafından mutlaka alınacağı ayet ve hadislerle altı çizilip uyarılan başlıklardır. Buna karşın tövbe yani farkındalıkla, helalleşme ve özrü kabulle dinimiz bizi yeniden başlangıca çağırmaktadır ki; dizim çalışmalarında acı da olsa gerçeği görüp yüreğine almakla kimi zaman kabul kimi zaman da affetme ile bireylerin adeta yaşama yeniden doğduklarına tanıklık etmekteyiz. Dinimizde tövbeye (pişman olup vazgeçmeye) çağrıyla, dizimlerde de“üzgünüm” “ özür dilerim” gibi sihirli kelimeleri ifade etmekle aslında bireyi en çok suçluluk duygusunun ağırlığından kurtarmak ve kendi özbenliğini af ve kabule yöneltmek amaçlanmaktadır. Ayrıca hak yemeyi sadece bireyler arasında geçen bir olgu olarak değil dinimizin işaret ettiği gibi kişinin bedeniyle olan ilişkisiyle ve yaptığı işin hakkını verip verememekle ilgili değerlendirip tersi durumda nasıl hastalık ve bereketsizlik gibi bedeller ödenebildiğini de dizimlerde seyretmekteyiz. İslam’da gidenlerin ardından fazla yas tutma, onlara da kişinin kendisine de azap verdiğinden yasaklanmış ve ölçülü bir yas tutma emredilmiştir. Bu bahis dizimlerde, kalanların ancak yaşamlarına sahip çıkmaları sonucu ölülerinin gözlerinin kapanabilmesi gerçeğiyle örtüşmektedir. Zira hadislerde net vurgulanmıştır ki: “Ölüler kötü işlerinize üzülür, iyi işlerinize sevinirler.” Ayrıca ölüleri kin ve öfkeyle değil hayırla anmak emredilmiştir. Çünkü olumsuz duygular ; öfke, suçluluk, hüzün..vb sevgi akışını engelleyerek hem gideni hem sahibinin yaşamını baskı altına alıp gelecek nesillere de benzer şekilde akmaktadır. Bunların yanısıra dizimlerde nesillere intikal edebilen olumsuz etkilerini net gördüğümüz kürtaj meselesinin de dinimizce özellikle yasaklandığını ve belli zaruri durumlar çerçevesi dışında cinayet olarak nitelendirilip buna sebep olanların maddi tazminat ödemesi emredilmiştir. Ayrıca inançlarımızda bir kadın kocasından izinsiz kürtaj olursa eşine ceza ödemesi şeklinde bir bedel öngörülmüştür ki; bazen dizimlerde kürtajın ardından bedel olarak çiftlerin ayrıldığına da tanıklık etmekteyiz. Ayrıca katle dair Maide-32’deki ayette “Kim bir insanı kısas sebepleri olmaksızın öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur.” buyrulmasıyla insanlık ailesi bir bütün olarak tanımlanarak bir ferde zararın bütüne olan boyutsal etkisine işaret edilmiştir. Dinimiz düşük ve ölü doğanların da haklarına özellikle yer verdiği gibi sistem dizimleri de düşük veya ölü doğum şeklindeki kayıpların gereği gibi anılmasına ve arkalarından ölçülü yas tutulmasına kıymet vermektedir. Atalar bahsi ile ilgili ise Kuran’da daha çok ataların yaptığı yanlışları devam ettirmenin sakıncaları üzerinde durulmuş ve ısrarla her bireyin kendi yaptığı işlerden sorumlu olduğu, sadece kendi günahını çekeceği beyan edilmiştir ki; dizimlerde bu çerçeve bağımlı yaşamaktan vazgeçerek “kendi kaderimizi takip edebilmek” seçimini ve ikinci doğumu hatırlatmaktadır. Hadislere baktığımızdaysa açık bir şekilde ecdadına kusur atfetme kıyamet alameti sayılmış, nesebini kötülemek de haram olarak nitelenmiş ve bereketi engellediği belirtilmiştir. Yine soyun önemine ilişkin; “Peygamberlerin özel ve temiz bir soydan geldiği” gerçeğinin pek çok ayette vurgulandığını belirtmek gerekir. Kuran’da gelecek nesille ilgili de “zürriyetimizden hayırlı nesiller”doğmasını dileyen duaları içeren pek çok ayete rastlıyoruz. Dizim çalışmalarının asıl amacı da zaten kendi yaşamımızı yeniden yapılandırmak kadar gelecek neslimizi de bu farkındalıkların ışığı ile aydınlatabilmektir. Ayetlerde belirtilen güzel hasletlerin “terapistin olma hali” için çıktığı yolda gereken erdemler olduğu ve bu öngörülen hasletlere sahip olundukça aynı zamanda tam bir yetişkin bilincine de ulaşılabileceği belirtilebilir; önyargısız, yerinde ifade edebilen, beklentisiz sevebilen ve sevgide düzeni kurabilen, hırslarını dizginleyebilen, değişip yenileşebilen, başta ölüm korkusu olmak üzere korkularıyla var olabilen, ümitvar, kalbiyle akledebilen (meseleleri yürek açıklığıyla görebilen) mütevazi, merhametli, adil, huzur ve şükür halini koruyabilen, duygularını yönetebilen, gerektiğinde bırakabilen, esnek, iyi niyetli, güvenilir, dürüst, kararlı, hayat amaçları olan, yüreğinin sesini dinleyebilen, az ve öz konuşabilen,(fenemolojik algıda)gerektiğinde yavaşlayıp durabilen. İnançlarımızda büyük önem atfedilen tüm bu hasletlerin barınağı olan “kalp” ile ilgili de ayetlerde gözler değil kalpler kör olur buyrulmasına karşın yine psikoterapilerde kalbin ve sezgilerin zihinle kıyaslanamaz gücü olduğunu ve herhangi bir durumu yahut kişiyi kalbini açarak görmenin ne kadar kıymetli sonuçlar verdiğini de özellikle ifade etmek gerekir. SON SÖZ Son söz olarak bu çalışmayı yapmanın bana olan kazanımına dair belirtmek isterimki; Aile dizimi eğitimine başladığım günden beri konunun islamî boyutuna ilişkin sorduğum bazı sorular vardı ve bugün sınırlı zamanın el verdiğince kısmen de olsa bazı cevapları bulduğuma inanıyorum. İnançlarımla yaptığım işi karşılaştırmak süreç boyunca bana heyecan verdi. Bundan sonra da araştırmayı sürdürmek ve bilgilerimi hayata geçirdikçe daha başka örtüşen noktaları yakalayabilmek arzusundayım. Çünkü bir ilim eğer insanlara fayda sağlıyorsa onun inançlarımızda mutlaka yeri bulunduğuna inanıyorum. Verdiği emeklerinin yanı sıra beni böyle bir araştırmaya sevkeden hocam Mehmet Zararsızoğlu’na da yürekten teşekkür ediyorum. |